how much cheese is too much cheese?
içimdeki
peynir sevgisi,
charlie kelly'den bir tık aşağıda. yiyecek hiçbir şey bulamadığım zaman dolapta bir kalıp peynir olduğunu ve o peyniri istediğim zaman tırtıklayabileceğimi bilmek beni rahatlatıyor. o peynir, hazır ve nazır şekilde buzdolabında bekliyor. kafan mı güzel, peynire dal. gecenin köründe acıktın mı, hop peynir. peynir peynir peynir. art arda yazınca kelimeye yabancılaştım, peyniri yanlış mı yazdım acaba dedim. neyse en son, ocakta mısır közledim, mısırın üzerine tereyağı sürdüm, bunların yanına da tulum peyniri koyup yedim. allah'ım napıyoruz lan biz dedim peynire. sanki yasak aşk yaşadığım biri var, adamla birbirimize girmişiz. hem yanlış bir şey yaptığımı biliyorum, hem de iştahla yemeye devam ediyorum. peyniri yani.
aslında peynirimi pazardan alırım. peynircim var benim. işte, öküzoğlu öküz olmamdan mütevellit, pazarın kurulmasından birkaç gün önce dolaptaki peyniri bitirdiğim oluyor. ben de garabet hayatıma heyecan katmak için peynir arayışına çıkıyorum. dükkandaki birkaç peynire takılıyor gözüm, çalışan kişiye tadabilir miyim diyorum, hayhay. eskiden olsa kocaman bir parça verirlerdi, tıkardım ağzıma. peynirin tadını beğenmezsem başka peynir isterdim, yine verirlerdi. aramızda peynirin lafı olmazdı. artık, peynir tatmak istediğimi söylediğimde beni yatırıp suratıma sıçacaklarmış gibi bakıyorlar. tatmam için uzattıkları peynir anca mikroskopla görünüyor. lan ne yediğimi anlamıyorum ki. tadını alamıyorum. utanmadan başka peynir istesem, bu sefer iki peynir arasındaki farkı çözemiyorum. sanki küçükken annem beni kuaföre götürmüş, saçımı iğrenç kesmişler, orada "çok güzel olmuş" demişim de eve gelince "bu ne s2m saç" diye ağlamışım. eve gelince bi bakıyorum peynir, peynir değil. tam olarak anlamadığım, tadını alamadığım bir peynir satın almışım.
yani bu ekonomide peynir tadıcıları da üzdünüz. artık doya doya peynir de tadamıyoruz, yazıklar olsun.