bir kaç gün önce dehşetle farkettiğim gerçek.
malum corona bokundan yurtdışına çıkamıyoruz. memlekette de gidip görmediğimiz bodrum var. e hadi oraya gidelim dedik. yıllardır bodrum aşkını anlata anlata bitiremeyen artistler ünlüler de bu yönlendirmede etkili oldu tabi.
ne otel baktık ne bir şey spontane çıktık yola. merkeze gittik. cehennem sıcağı lakin doğru dürüst ağaç gölgesi yok. zombi gibi insanların üstüne üstüne gelen kalabalık. marina’da sıkış tepiş dükkanlar. dedik kaçalım koylara.
vurduk haritadan bitez, akyarlar... adeta terkedilmiş virane, dımdızlak, sokaklarında inek otlayan, tezek ve kanalizasyon kokan caddeler. baktık yok. bastık
göltürkbükü tarafına. arabadan inmemle kanalizasyon kokusunun genzimi yakması bir oldu. aynı çorak, derme çatma yerleşkeler. lakin gün içinde kerbela sıcağında yer bakmaktan anamız ağlayınca, şurada bir yer bulup geceyi geçirelim de yarın keşfe devam ederiz dedik. merkez bağcılar’dan farksız olunca sahile indik. plaj önü oteller rezalet durumda. güya salaş konsept yapmış orta sınıf işletmeciler oda başı 400-500 lira fiyatlarla geleni geçeni gondikliyor! 500’ü verelim tamam da sabaha böbrek yerinde olur mu tedirginliği ile o tekinsiz sahilden götün götün tekrar köy içine döndük. neyse trivago’dan oradan buradan temiz bir yer bulduk girdik. bu kez de köyün orta yerinden geçen boklu dereden midir, kanalizasyondan mıdır bir sivrisinek istilası sorma gitsin. sabahı zor edip acil bir durum değerlendirmesi yaptık!
yok dedik arkadaş bu kadar boktan olamaz. kesinlikle bir yerlerde, hatta belki de şu tepenin ardında cennet gibi bir bodrum var, ve fekat biz böyle labirente atılmış laboratuvar faresi gibi salak salak olmayacak yerlerde dolanıyoruz. kendimizi motive edip tatilcilere, esnafa falan tekrar tekrar sorduk. yürüyün türkbükü’ne dediler. bastık gittik zaten 3-5 dakika. aynı virane pespaye kasaba. sahil göltürkbükü’nden hallice. lakin yine sıradan. ayılıp bayılacak hiç bir şey yok. sorduk tekrar millete. ooo siz asıl yalıkavak’ı görün. atladık arabaya, ısrarla ve umutla yola vurduk. yalıkavak da diğer yerler gibi yeşillikten nasibini almamış dımdızlak bir yer. bir marinası var. içinde dior’u, vakko’su, nusret’i! milyondolarlık yatlar... o yatların önünde foto çektiren fakirler. acaba birinden cem yılmaz, arda turan, kıvanç falan çıkar mı diye aval aval bakınan ünlü yavşakları. yani bodrum’a özgü hiç bir bok yok.
hay sıçalım böyle işe, dedik. oturduk birer kahve içtik. açtık haritayı. hala umudumuz var yalnız. kala kala gümüşlük var. lanet olsun orayı da görmeden dönmeyelim dedik. gittik. bu kez çoraklık, evlerin dökülmüş badanaları, kirli beyazlar, bok püsür bizi şaşırtmadı. hatta artık otantik bile bulmaya başladık. vardık, herhangi anadolu köyünden bile daha döküntü bakımsız mahallelerden sahile. diyebilirim ki yaklaşık 200 metrelik bu sahil bir nebze farklı bir tarzı olduğu için iyi göründü. ya da o ana kadar gördüklerimiz o kadar sıradan ve hatta kötüydü ki, burası olduğundan iyi geldi, bilemiyorum.
hülasa;
antalya‘da yaşamış biriyim. kemer-marmaris arası tüm koyları görmüş, italya’nın baştan başa plajlarını gezmiş, yunan adalarını kıyıları, almanya isviçre göl kenarı plajları dolaşmış biri olarak söylüyorum;
ulan hadi yeşilçam ünlüleri bundan 50 yıl önce o şartlarsa bir şekilde sevdi bayıldı! peki günümüzde yapılan bu bodrum aşkı goygoyu nedir arkadaş!
ben bu işten şunu anladım. bir takım vizyonsuz görgüsüz ünlü tayfanın, adeta bir sınıf göstergesine dönüşmüş bodrum’da, sırf kendi reklamını yapmak, ne kadar varsıl olduğunu vurgulamak için ezikçe kendini gösterdiği bir vitrin burası. başka bir şey değil.
bu varoş kökenli sonradan zenginlerin, kendilerinden başlayarak insan yolmaya alıştırdıkları esnaf da, yozlaşmanın doğal sonucu oluyor tabi.
aklınızdan zorunuz yoksa oturun oturduğunuz yerde.