şaka mı yapıyorsunuz, yoksa toplu bir hezeyan içerisinde misiniz? manyak mısınız lan siz! ekrem imamoğlunu gölgede bırakmak için yapıldı ne demek, iyi misiniz siz?
yarın öbürgün bütün muhalif parti liderleri, muhalif gazeteciler aynı şekilde gözaltına alınsa yine aynı şeyleri mi söyleyeceksiniz? lütfen yapmayın.
adalet terazisi hassastır. bugün yanlış tartılanlar sizinle aynı görüşü paylaşmıyor, size göre sizin karşınızda yer alıyor diye hukuksuzluğa mutlu olamazsınız. bu karara sevinemezsiniz. eğer buna bugün bu şekilde gülüp geçerseniz, yarın o bozuk terazi sizi tarttığında hangi yüzle hak arayabilirsiniz?
teraziyle oynayanların karşında, adaletin yanında kalın. saygılarımla.
eveeet, son gürcistan maçından sonra yine klasik hoca yemelere başladık: "kerem oynarken can niye oynamaz?", "formsuz irfan can'ın ne işi var?", "bu kerem'den 9 numara mı olur?". herkesin klavyesinde bir milli takım teknik direktörü yatıyor, eyvallah. ama gelin bir anlığına skorbordun ve anlık duygusal patlamaların dışına çıkıp montella'nın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışalım.
şimdi montella'nın hedefi, bir süredir hepimizin takdirle izlediği ralf rangnick'in avusturya'sının bir benzerini yaratmak. yani ne demek bu? birbiriyle oynamaya alışmış, kimin nerede koşacağını ezbere bilen, sahada birbirinin dilinden anlayan bir oyuncu grubuyla adeta bir kulüp takımı kimyası oluşturmak. bu projenin temelinde de "istikrar" ve "ezber" yatıyor. işte bu yüzden mert müldür'ün, kerem aktürkoğlu'nun , irfan can kahveci'nin ya da zaman zaman eleştirilen başka isimlerin, kulüplerindeki anlık form düşüşlerine rağmen ısrarla kadroda tutulmasının sebebi bu. hoca, üç maç kötü oynadı diye bir oyuncuyu silip, onun yerine "parlayan" bir başkasını alarak o zorla kurduğu bağlantıyı, o saha içi ezberini çöpe atmak istemiyor. çünkü milli takım, senede 10-12 maçın yapıldığı bir yer. burada otomatizm geliştirmek için her an nimettir.
ve bu sayede hedef maçlarının neredeyse hepsini kazanabilen, denk veya altındaki rakipleri rahatça yenebileceğine emin olduğumuz bir takım var sahada. ve bunu geçmişte asla yapamıyoruduk. çek bi letonya faciası hepimizin malumu.
gelelim en popüler mevzuya: can uzun meselesi. sosyal medyadaki "can nasıl oynamaz bu montella bilerek oyuncuların önünü kesiyor!" sığlığından çıkalım bir kere. can uzun bu sezon frankfurtta nerede patladı? forvette mi? hayır. net bir 10 numara, forvet arkası pozisyonunda patladı. peki bizim 10 numaramız kim? tüm dış basının ve futbol otoritelerinin ittifakla "real madrid'in beyni" olarak tanımladığı, xabi'nin üzerine titrediği arda güler. şimdi elinizi vicdanınıza koyun, siz hoca olsanız, real madrid'in oyun aklını kesip yerine almanya'nın orta-üst sıra takımının yeni patlamış bir oyunucusunu, ne kadar potansiyelli olursa olsun, koyar mısınız? elbette hayır. evet çok yetenekli, evet muazzam bir oyuncu olacak ve bu sezona fırtına gibi girdi. ama zamanı var. (can'ın hayali bir gün real madrid'in 10 numarası olmak, arda ise zaten şu an öyle. fıkra bu kadar.)
"e forvet deneseydi o zaman?" deniyor. denenebilir, evet. ama bunun yeri, turnuvadaki en kritik, en hedef maç olan gürcistan maçı mı olmalıydı? asla. o maçta bilinmeyen bir denkleme girmek zaten mantık dışı olurdu. montella'nın son 15-20 dakika can'ı oyuna alması mantıklı olandı, evet almadı. bence bunun sebebi de tamamen psikolojik. daha birkaç gün önce "ben oynamayacaksam burada durmam" diyerek kampı terk eden berke olayından sonra, montella'nın tüm takıma ve kamuoyuna net bir mesaj vermesi gerekiyordu: "bu takımın patronu benim. kimsenin bireysel beklentileri, takımın önüne geçemez." can'ı o baskıyla sonradan oyuna almayarak, aslında otoritesini perçinlemiş oldu.
bu noktada hakkı en çok yenen adama, kerem aktürkoğlu'na da bir parantez açmak lazım. adam kariyerinde topu topu 5-10 maç 9 numara oynamıştır belki ama milli görev diye gıkını çıkarmadan elinden geleni yapıyor. pres yapıyor, rakip stoperleri rahatsız ediyor, boşluk yaratıyor. evet, bir bitirici değil. evet, son vuruşları zayıf. ama o pozisyonun oyuncusu olmamasına rağmen o özveriyi gösteren bir adama bu kadar yüklenmek insafsızlık.
son olarak da kaleci meselesi. uğurcan çakır'ı ben de beğenmem, yediği hatalı goller, özgüvensiz halleri beni de çıldıtıyor ve bence iyi bir kaleci değil ancak milli takım kalesi, deneme tahtası değildir. kalecilik, her mevkiden daha fazla istikrar ve güven isteyen bir pozisyondur. berke yetenekli mi? evet. ama henüz tam anlamıyla pişmediği gibi, son olaydan sonra atlaması gereken mental eşiği atlayamadığını da gördük. milli takım forması beklemeyi, sabretmeyi ve hak etmeyi gerektirir. montella, bu konuda da doğrusunu yaparak uğurcan'la devam etti.
montella anlık başarılar ve popülist kararlar peşinde değil. bir iskelet kurup, o iskeleti birbirine kaynatarak uzun vadeli, sistemli bir başarı hedefliyor. bizim ülkede malum sistem oluşturmak imkansız zaten. çünkü çok bilmiş taraftarlarımız, kendi kulüplerine gelen hocalara da aynı şekilde ellerinde sihirli değnek varmış gibi davranıyor, ne zaman tanıyoruz ne de sistemin oluşmasını bekliyoruz. bu futbol ikliminde muazzam futbol oynatıyor. en azından ben beğeniyorum...
militan falan geç bu ayakları, müzik sanat toplumun belirli bir kesimine ait olmalı. vatandaş cahil kalmalı yoksa ben rahatsız olurum de delikanlı ol canımı ye!
not: murat beyin babası ne işle meşguldü? bilmiyorsanız araştırın, her şey anlamlı hale gelecek.
şanlı yuva harbiye'nin yüz karası. noldu ya şey diyordu bu arkadaş (bkz:
harbiyeli aldanmaz). aldandı galiba…
uğur karakullukçu; ağır sıçıyor. her şeye atlıyor ve kimseyi dinlemiyor, cümlelerini tamamlarken bile zorlanıyor, akıcı da konuşamıyor. berbat.
yağız sabuncuoğlu; sensin tamam, türkiye'nin en iyisi sensin. tamam sal artık. biri bir şey diyor. a evet ben biliyordum geçen hafta duydum, biri başka bir şey diyor aa evet biliyordum ingiltere kralı beni aradı söyledi bilmem ne reis sakin biraz.
ersin düzen; çok zayıf, normalde moderatörlüğü çok iyidir. şaşırdım, uğur ve yağızı biraz dizginlemesi lazım bence. zamanla oturur diye düşünüyorum.
emre özcan; adeta yıldız gibi parlıyor. yorumları yerinde, söyleyeceğini söylüyor ve karşı tarafı dinliyor. söz kesmiyor, sözü kesilince bile üste çıkmadan dinliyor, cevap veriyor. çok başarılı, çok efendi, çok klas.
gonzalo ve özellikle fran mu-az-zam arda da iyi. bellingham ve vini götüm gibi oynuyor. bu sene xabi bize çok farklı şeyler izletecek şimdiden belli oluyor.
saydığınız isimlerin bir çoğu değildir. sizin ekseninize yaklaştı diye bir insan omurgalı duruşa sahip diyemezsiniz. benim aklıma ilk başta gelen 3 isim var; asker olarak (bkz:
eşref bitlis), sanatçı olarak (bkz:
ferhan şensoy) ve siyasetçi olarak ise (bkz:
kamer genç)
ertem şenerin yanına oturup kulağına yaklaşıp; "yeteeeeer! sikimde değil verdiğin bilgiler" diye bağırmak istiyorum.
tchouameni patır patır sıçıyor, tamam asıl mevkisi değil ama tam bir canlı bomba. hakemin penaltıyı vermemesi de şans tamamen.
chp’nin avukatlığını yapacak değilim ama gösterilen veriler ve ilkokul müsameresi tadındaki sunumda ciddi sıkıntılar var, şöyle ki:
baştan gidelim,
1- mezarlıklar daire başkanlığının tek görevi ölü gömmek ve çay satmak değildir. taziye işi de mezarlıklar daire başkanlığındadır. (taziye burda kritik)
2- taziye için taziye evine belediyenin 100 tane bardak gönderdiğini basitçe hesap edersek, (basit bir google aramasıyla istanbulda bir günde yaklaşık 200 kişinin öldüğünü gördüm) 200 haneden günde 20000 bardak sadece taziye evlerine gidecektir.
3- bu hesapla kağıt bardaklar raf ömrünü doldurduğunda (uygun saklama koşullarında 5 yıl dayanıyorlar.) 36 milyon 500 bin adet kağıt barda altını çizerek söylüyorum sadece taziye evlerinde kullanılmış oluyor.
4- bu hesaba zayi olacak bardaklar, daire başkanlığı, şeflikler, mezarlıklardaki kullanım dahil edildiğinde bardakların ekonomik ömrünü tamamlamadan tüketileceği açıktır.
5- kaldı ki bu tarz yüksek siparişler birim başına maliyeti düşüreceği için belediye tam tersi kar edecektir.
osman bey, bunları konuşmak yerine parkları, dinazorları, gökdelenleri mi konuşsak? adalet terazisine herkesin eşit çıkacağı bir türkiye dileğiyle.
saygılar.