oeh

mangal yürekli rişar (506)

Ekim 2007 - 2434 Entry - 18 Follower - 0 Following
mına qodumun sözlüğü
Last Entrys:
(#176820459) - şöyle karaktersiz bir saçmalığı anca “kişi kendinden bilirmiş işi” diye izah edebilirsin.

günümüz politik yapılanmasının batmakta olan gemiciklerinden bir ümit atladıkları o delik sandal, faşist kürt ırkçılarının bitini kanlandırdı, ama tanyeri zannedip güneş müjdesi bekledikleri şey, bir seraptan öte değil.

işinize gelince tüm savaşlarda türklerle beraber siz de vardınız, ama işinize gelmediğinde “karşıda kürt, ermeni, alevi, süryani, rum gibi "dişe göre" rakip varsa savaş düğündür” bu ne perhiz bu ne lahana turşusu kaypak ırkçı?

gelelim o fındık beyinlerin anlamadığı noktaya:

savaş türkün düğünü müdür?

eğer diplomasi yolları tıkalı ise,
eğer ülkenin bölünmez bütünlüğü tehdit altındaysa, yani savaşmak kaçınılmazsa, evet!

gerizekalıların anlayamadığı "yurtta sulh, cihanda sulh" düsturu zaruri olmadıkça savaş, cinayettir ilkesinim temelidir!

insanlık tarihinin bilinen döneminde, içinizden bir mustafa kemal çıkaramadınızsa bunun suçlusu biz değiliz.

dip not: bu kadar yüksek zıplamayın, hatırlatmakta fayda var, şahsı ile yola çıkanların son raddede kendilerini buldukları yer malum, şoförlere domaldığınız kasetleriniz yoksa, bu sevgi yumağı ‘kardeşlik türküsü’ bir yerde illa biter.

savaş türkün düğünüdür - 1 favorites -
anşeron şarap evinin bakus diamond brendi ile ürettiği “medrese” serisi avrupanın 100€ segmentinde satılan şaraplarından üstün bir içim keyfi verir, türkiye’de zannetmiyorum bulunur, ama şans eseri denk gelirseniz kaçırmayın, yolu can azerbaycan’a düşen dostlarınızdan ısrarla isteyiniz.

azerbaycan şarapları - 1 favorites -
ekşişeyler’de kendisine jet fadıl benzetmesi yapılarak haksızlık edildiğini düşündüğüm tarihi şahsiyet.

macgregor’un hayatı boyunca ölçüyü kaçırdığı ve abartılı şeyler yaptığı inkar edilemez, ama iskoçya’nın ünlü macgregor klanından olan ve soyları rob roy macgregor’a kadar dayanan bir adamdan başka türlüsünü beklemek çok da akıl kârı olmazdı, ve bunun yanında sıradan bir asker olduğunu iddia etmek bariz yiğidi öldürüp yoğurdunu yemektir. ve madem başladık o zaman uzunca yazıp hayatını etraflıca anlatalım ve bu abimize hak ettiği değeri verelim.

özet okumak isteyen en son satırı okuyup geçebilir.

macgregor’un ağzının iyi laf yaptığını kimse inkar edemez bu bir gerçek, zaten daha adı sanı duyulmamış bir teğmen iken bu karizmatik özelliği sayesinde ilk eşinin (maria bowater) bir kraliyet amiralinin kızı olması sizi şaşırtmasın, bu arada yengemiz az buz değil, bayağı nüfuzlu bir aileye sahiptir. böyle bir evliliği haliyle basit bir insan yapamaz diye düşünmeye başladığınız anda gregor abinin ağzınızı hayretten açık bırakacak bir hayat yaşadığını tekrar hatırlatmak faydalıdır.

maalesef eşinin zamansız hayata veda edişi tamda londra eşrafında yer edinmeye başlayan macgregor’a ağır bir darbe olur, ancak bu esnada bir tesadüf hayatının eksenini tekrar değiştirir, çünkü güney amerika kolonilerinin ispanya’dan bağımsızlığı için mücadele eden liderlerden birisi olan sebastian francisco de miranda (venezuela bayrağının mimarı) o sıralar ingilizlerden destek aramak için londra’da bulunuyordu. ailesinden miras kalan bir miktar toprağı ve malikaneyi satan macgregor 1812 yılında güney amerika yoluna koyuldu. yeni bir macera kapılarını açıyordu..

macgregor, caracas'a gelir gelmez miranda'nın hizmetine girdi ve albay rütbesi ve bir süvari taburunun komutanlığını aldı. ilk çatışmada macgregor'un süvarileri maracay bölgesindeki kraliyetçi birlikleri dağıttı. macgregor, burada tanıştığı simon bolivar'ın kuzeni olan josefa lovera ile evlendi. kısa bir süre sonra tuğgeneralliğe terfi etti, ancak o sırada devrimciler için işler kötüye gidiyordu ve isyancı ana güçlerin teslim olmasının ardından macgregor ve eşi hollanda antillerinin curaçao adasına (kyürasao diye okunur, çok seksi değil mi?) tahliye edildi.

curaçao'da macerasızlıktan sıkılan macgregor, devrimci lider antonio nariño'ya hizmet etmeye karar verdi. karısını jamaika'ya gönderdikten sonra kendisi tunja'daki nariño karargâhına vardı ve venezuela sınırına yakın socorro bölgesinde 1.200 adamın komutası kendisine verildi. nariño'nun ana kuvvetleri kraliyetçiler tarafından bozguna uğratıldıktan sonra macgregor, hâlâ isyancıların elinde olan cartagena'ya doğru yola çıktı. şehrin savunmasında aktif rol aldı ve sonunda ispanyol kraliyet birlikleri tarafından ele geçirildiğinde, küçük bir topçu birliği ile ablukayı yarıp jamaika'ya sığındı.

macgregor, jamaika'da ingilizler tarafından bir kahraman gibi karşılandı, belki de bu yüzden kendi de bire bin katmakta sakınca görmeden yaptıklarını bayağı biraz abartmış olabilir, zira kartacalı hannibal olarak anılmak biraz fazla kaçmış. 1816'nın başlangıcından sonra karısıyla birlikte bolivar'ın yeni bir ordu topladığı santo domingo'ya gitti. bolivar, macgregor'u yine tuğgeneral rütbesi ile les cayes'den yelken açıp carupano'ya çıkan kuvvete dahil etti. başlangıçta başarılı oldular, ancak daha sonra kraliyetçiler karşı atağa geçti ve macgregor, kendisini takip eden ispanyol orduları karşısında barselona'ya (venezuela) doğru günlerce süren bir geri çekilme yapmak zorunda kaldı. ekim 1816'da macgregor karısıyla birlikte barselona'dan ayrılıp margarita adası'na gitti.

kahramanımız margarita adası’nda, bu sefer general juan batista arismendi’nin hizmetine girdi. arismendi ona ispanyol florida'sının limanlarından birini ele geçirmesini önerdi, zaten yeni macera arayan macgregor bu fikri çok beğendi ve haiti'de insan toplama çabalarına başladı, ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanınca karısıyla birlikte para ve gönüllü aramaya amerika birleşik devletleri'ne gitti.

1817'de macgregor, 80 kişilik bir grubun başında amelia adası'na çıktı. fort san carlos'taki 51 kişilik ispanyol garnizonu tek bir kurşun atmadan teslim oldu. macgregor adanın üzerine yeşil haçlı beyaz bir bayrak çekti ve florida'nın bağımsız bir cumhuriyet olduğunu ilan etti; ancak adanın halkı bunu pek takmadı. ispanyollar adanın karşısındaki anakarada birlikler topladılar ve 4 eylül'de macgregor ve eşi ile adayı terk etmek zorunda kaldı. iki hafta sonra nassau'ya vardı ve 9 kasım'da çiftin ilk oğulları dünyaya geldi. orada latin amerikalı devrimcilerin londra'da ingiliz lejyonları kurduğunu öğrendi ve macgregorlar okyanusu aşarak 21 eylül 1818'de dublin'e vardılar.

macgregor, 18 kasım 1818'de büyük britanya ve irlanda'dan topladığı paralı askerlerle (50 subay ve 500 asker) güney amerika'ya doğru yola çıktı. şubat 1819'da les cayes'e vardılar. macgregor'un vaat ettiği 80 gümüş doları ödeyememesi üzerine askerler küçük çaplı bir isyan çıkardılar. 10 mart'ta askerler san andres adasına gönderildi ve macgregor 4 nisan'da karısı ve oğlunu da yanına alarak jamaika'ya vardı. 9 nisan'da panama kıstağı kıyılarına çıkan birlikler, 10 nisan'da ise portobelo'yu savaşmadan ele geçirdiler. macgregor'un askerlere ödeme yapmayı yine başaramaması üzerine askerler yeniden isyan etti ve disiplinsizlik sonucu 30 nisan'da ispanyol birlikleri şehre yaklaştıklarında, şehir sokaklarına dalana kadar kimse onları fark edemedi. macgregor, askerlerini kıyıda bırakarak gemilerden biriyle denize açılmayı başardı (askerler sonunda ispanyollara teslim olmak zorunda kaldılar).

yaz aylarında ingiltere ve irlanda'dan yeni paralı askerler les cayes'e geldi, ancak yine para, erzak ve faaliyet eksikliği nedeniyle çoğu geri dönmek zorunda kaldı. 29 eylül 1819'da macgregor'un kuvvetleri riohacha'ya saldırmaya çalıştı ancak saldırı limandan açılan top ateşiyle püskürtüldü. 4 ekim günü yarbay norcott komutası altında gece karaya çıktı ve karadan saldırıyla riohacha'yı ele geçirdi, ancak macgregor şehrin üzerinde asılı duran bayrağın bir tuzak olabileceğini düşünerek uzun süre gemiyi terk etmeyi reddetti. ispanyol birlikleri şehrin etrafında toplanmaya başladı ve 11 ekim günü ispanyollar karada kalan birliklere saldırırken macgregor tekrar denize doğru kaçtı.

macgregor, les cayes'e ulaştığında jamaika'da korsanlıkla suçlandığını ve bolivar'ın kendisini hain ilan ettiğini ve güney amerika kıyılarına ayak bastığı anda asılmasını emrettiğini öğrendi.

macgregor, 20 nisan 1820'de honduras körfezi kıyısındaki miskito kıyısı'nda göründü. 29 nisan'da, yerel bir kızılderili şefi (rivayete göre miskito "kralı" george frederick veya george frederick augustus ı), macgregor ve mirasçılarına rom ve mücevher karşılığında 32.375 km2 arazi veren bir belge imzaladı. macgregor bu topraklara "poyais" adını verdi (yerel kızılderililer kendilerine "paya" veya "poyer" diyorlardı) ve 1821'de londra'da yeniden ortaya çıktı ve kendine "poyais'in reisi" adını verdi. londra, macgregor'un ilk maceralarını son başarısızlıklarından daha iyi bildiğinden ve son yıllarda güney amerika'da kendi yönetim sistemlerine sahip yeni devletler sürekli ortaya çıktığından, seçkin bir generalin latin amerika'daki yeni bir ülkede yüksek rütbeli bir memur haline gelmesinde kimse garip bir şey görmüyordu. mcgregor'lar çok sayıda üst düzey etkinliğe davet aldılar. macgregor, kral ıv. george'un taç giyme törenine poyais'in temsilcisi olarak geldiğini ve poyais'e yatırımcı ve göçmen getirmekle ilgilendiğini iddia etmiştir. bu öneriler büyük ilgiyle karşılandı ve 1821 yılı sonuna doğru bu sanal "poyais eyaleti"nin ofisleri londra, edinburgh ve glasgow'da açılmış, arazi sertifikaları satılmış ve poyais kraliyet ailesi için ingiltere'nin çeşitli yerlerinde mülkler satın alınmıştı. 1822 yılının ortalarında, poyais bölgesi de dahil olmak üzere miskito kıyılarının tanımı adlı 355 sayfalık bir kitap yayımlandı. poyais hükümetinin verdiği borç senetleri londra borsası'nda işlem görmeye başladı.

kasım 1822'de yerleşimcileri poyais'e taşıyan ilk gemi miskito sahili'ne ulaştı. kıyıda kamp kuran yerleşimciler çok sayıda arama ekibi gönderdiler, ancak hiçbir zaman "poyais yetkililerini" bulamadılar; yerel kızılderililer de bu konuda onlara yardımcı olamadılar. koloniciler poyais yetkililerinin kendilerini daha kolay bulabilmeleri umuduyla bulundukları yerde kalmaya karar verdiler. mart 1823'te yeni yerleşimcileri taşıyan ikinci bir gemi geldi. sonunda mayıs 1823'te yerleşimciler (çoğu hastaydı ve bazıları da ölmüştü) belize valisi bennett'i taşıyan ve britanya hondurası'ndan gelen bir gemi tarafından bulundular. bennett yerleşimcilere "poyais" veya "poyais kaziki" adını hiç duymadığını bildirdi ve onlara britanya hondurası'na ve oradan da ingiltere'ye dönmelerini tavsiye etti. sonunda bir hafta sonra, macgregor'un toprak haklarının çoktan iptal edildiğini, macgregor'a hiçbir zaman "kazik" unvanı verilmediğini, toprağı satma veya ipotek alma hakkının olmadığını ve genel olarak bu yerleşimcilerin şu anda yasadışı olarak kızılderili topraklarında bulunduğunu söyleyen bir kızılderili şefine ulaşmayı başardılar.

sonunda hastalıklı yerleşimciler belize'ye götürüldüler ve birçoğu burada gemilerden indirilmek zorunda kaldı. ingiliz hondurası'ndaki hem hava koşulları miskito kıyısı'ndakinden bile kötüydü ve tıbbi koşullar yetersizdi; yerleşimcilerin çoğu orada öldü. olan bitenin haberi londra'ya ulaştığında macgregor göçmenlerle dolu beş gemiyi daha okyanusun öte yanına göndermeyi başarmıştı ancak bu gemiler kraliyet donanması gemileri tarafından zamanında durduruldular.

poyais'deki talihsiz yerleşimcilerin ilki londra'ya dönmeden kısa bir süre önce macgregor karısıyla birlikte paris'e gitmeyi başardı. poyais ile olan entrikalarını burada da sürdürdü, hatta kasım 1823'te ispanya kralı vıı. ferdinand'a yazdığı mektupta poyais üzerinde bir ispanyol himayesi kurulmasını önerdi. dört ay sonra, poyais'i üs olarak kullanarak guatemala üzerindeki ispanyol otoritesini yeniden tesis etmek için bir ispanyol seferine liderlik etmeyi teklif etti.

macgregor, ağustos 1825'te paris'te poyais anayasasını yayınladı ve ülkeyi artık başında kendisinin bulunduğu bir cumhuriyet olarak tanımladı. bu arada fransız yetkililer, poyais'e seyahat etmek için pasaport almak isteyen göçmenlerin kendilerinden talepte bulunmaya başlamasıyla tedirgin olmaya başladı. macgregor bir süre taşrada saklanmayı başardı, ancak 7 aralık 1825'te tutuklanarak hapse atıldı. mcgregor, diplomatik dokunulmazlığı olduğunu iddia etti ancak fransız yetkililer bu iddiaları görmezden geldi. uzun süren soruşturma sonucunda mcgregor'a suç ortaklığı yaptığı iddia edilen şüpheliler çeşitli cezalara çarptırıldı, ancak kendisi tüm suçlamalardan beraat etti.

macgregor ailesi ile londra'ya döndüğünde poyais'e mağdurları yüzünden oluşan öfke burada yatışmıştı. geldikten kısa bir süre sonra tutuklandı, ancak dört hafta sonra herhangi bir suçlama yöneltilmeden serbest bırakıldı.

1834 yılında macgregor edinburgh'a döndü. 4 mayıs 1838'de karısı ölünce venezuela'ya gitti. caracas'a yerleştikten sonra venezuela vatandaşlığı ve venezuela ordusundaki rütbesinin iadesi için gerekli maaş ve emekli maaşının ödenmesi için başvuruda bulundu. 1816 seferine macgregor ile birlikte katılan savunma bakanı rafael urdaneta, senato'dan bu belgelerin olumlu değerlendirilmesini istedi ve mart 1839'da başkan páez bu talebi onayladı. mcgregor, venezuela vatandaşlığına ve maaşının üçte biri tutarında bir emekli maaşıyla venezuela ordusunda general rütbesine kavuştu. ülkenin başkentine yerleşerek toplumun saygın bir üyesi haline geldi ve ölümünden sonra caracas katedrali'ne gömüldü.

dolandırıcılık kısmını özetlemek gerekirse, miskito kıyılarında kendini o bölgenin kralı olarak tanıtan bir yerli şefi ile yaptığı anlaşma tanıklarla tarihe geçmiştir, bu bölgedeki krallar her ne kadar genel krallık anlayışına uymasada britanya’nın bunları tanıdığı, hatta bazılarını bizzat tahta geçirdiği de tarihsel bir gerçekliktir, haliyle macgregor’un satın aldığı bu topraklarda kendi kendine verdiği ünvanlar tamamen kendi hayal gücüyle sınırlı ancak yasaldır, poyais’i aşırı abartarak pazarlaması yanlış ise de bu yüzden dolandırıcı olduğunu söylersek, günümüzde tüm reklam piyasasını hapse atmamız gerekir.

gregor macgregor - 0 favorites -
doğrusu golodomor olan kelimenin türkçeye yanlis transkripte edilmesi neticesinde kullanılan seklidir.

golod: açlık + mor (morit): öldürmek (yok etmek), kelimelerinden oluşur.

siyasi yanına değinirsek, rusların, kendilerini ayrı bir milli kimlik yaratan ukraynalılara kin beklediği gerçeği inkar edilemez. bu coğrafyada daha çarlık zamanından tutun günümüze kadar üst kimlik olarak (ubermenschh) rus olmak diğer etnik topluluklar karşısında bir ayrıcalık nedeni olmuştur.

bunun bir bilinçaltı dışavurumu olarak ruslar -ki çoğu zaman aralarında sevdiğim ve ırkçı olmadığını iyi bildiğim insanlar dahi diğer post sovyet halklarından (genellikle esmer tene sahip olanlar) birisini tasvir ederken nerusskiy yani rus olmayan, daha çekincesiz olanlar chernojopiyyani kara götlü kelimesini kullanırlar.

golodomor'un bir numaralı faili ve kitle katliamı uzmanı joseph stalin bakin ne demiş:

"yoldaşlar, son bir kadeh kaldırmama izin verin.

sovyet halkımızın ve her şeyden önce rus halkının sağlığına kadeh kaldırmak istiyorum.

her şeyden önce rus halkının sağlığına içiyorum, çünkü onlar sovyetler birliği'ni oluşturan tüm ulusların en seçkin ulusu.

rus halkının sağlığı için bir kadeh kaldırıyorum çünkü bu savaşta ülkemizin tüm halkları arasında sovyetler birliği'nin önde gelen gücü olarak genel kabul gördüler.

rus halkının sağlığına kadeh kaldırıyorum, sadece lider insanlar oldukları için değil, aynı zamanda berrak bir zihne, kararlı bir karaktere ve sabra sahip oldukları için."

moskova / kremlin - 24.05.1945

holodomor - 0 favorites -
ölümden sonra hayat, reenkarnasyon vs. vs. tüm dinlerin bu tarz ortak bir paydası var, toplumda adalet ve eşitlik olmayınca insanları dizginlemek icin onlara bu hayatın sonunda bir mükafat sunmak zorundasın ki başına böyle bir şey gelmesin:
(bkz: yakarsa dünyayı garipler yakar)

insanlara boyun eğdirecek yegane şeyin tanrısal bir adalet olduğu, ve ölümden sonra kötülerin ceza alacağı, iyilerin ise ödüllendirileceği düşüncesidir bunun kaynağı.

diğer yandan nedense bazı tanrılar kendi adaletlerine güvenmiyor olsalar gerek ki insanlara ölmeyi beklemeden diğer insanlar tarafından ceza verilmesini buyuruyorlar. saçma.

ölümden sonra hayatın olmaması - 0 favorites -
türkiye, akp döneminde tarihte hiç olmadığı kadar atatürkçü olmuş, onun öngörüsüne hayret edip, bıraktığı düşüncelerin değerini kavramış ve daha bir sarılmıştır, zaten bilimum bölücünün, aktrollerin en zoruna giden ve kudurtan şeyde budur.

m. kemal'in eskisi kadar sevilmemesi - 0 favorites -

türban takıp dar giyinmek - 2 favorites -
ünlü olmak zordur, ama en zoru ünlü olup hiç karanlık tarafının olmamasıdır.

düşün para bok gibi, dedinki şuradan bir pudra şekeri çekelim az biraz heyecan katalım hayatımıza, veya iki-üç escort çağıralım grup yapalım, yasadışı ama kumara akalım vs. vs. uzar gider bu liste, yani bu bokları* yememiş ünlüyü dünya/siyasi görüşü ne olursa olsun çok zor bulursun, yeterli hayat tecrübesi olan bilir ki, en nahif zannettiğin insanın içinde ne aykırılıklar, ne hinlikler var.

işte zurnanın zırt dediği yer burası, sen toplumsal bir olay olduğunda x-y-z ünlüler neden bir yorum yapmıyor diyorsun ya, işte bu adamlar çok iyi biliyorlar *** muktedirlerin ellerine zamanında verdikleri çok kozlar olduğunu, o yüzden susuyorlar.

x'te bir siyasetçinin pornosu olduğuna dair yapılan dokundurmaya verilen bir cevap görmüştüm ve çok hoşuma gittiği için buraya yazıyorum:

"şoföre domalmadıktan sonra, pornon olsa ne yazar"

cem yılmaz - 4 favorites -
(#170355986)

2020 den itibaren 2022 yılının ilk çeyreğine kadar rusya’yı terk eden insan sayısı 3,9 milyon.

bunun üstüne 2022 eylül ayında seferberlik ilanı ile yine 750 bin kişi daha ülkeden çıkıyor, bunların %99 eğitimli donanımlı ve en az %60 bilişimci.

rusya özellikle bilişimci eksiğini telafi etmek icin devlet destekli ücretsiz yazılım/programlama kursları açıyor, bu sektörlerde çalışıp hala rusya'da kalanları bağlamak için çok cazip ev kredileri veriyor.

cahil cühelanın bilmediği bir sey var: hiçbir savaşın kazananı yoktur!

savaşın nasıl birşey olduğunun en güzel tarifini yapan rus general aleksandr ivanovich lebed şöyle diyor:

“ben savaşa karşıyım. siz hiç vatani görevinizin gereğini yerine getirmek zorunda kaldınız mı? ben kaldım, ve şu üç şeyin farkına vardım.
birincisi, her savaş öncesinde bir çıkmaz, sonrasında bir felakettir.
ikincisi, her türlü savaş, yüz yıllık savaşlar da olsa, hepsi tek bir şeyle sonuçlanır: müzakere ve barış.

dağ gibi ceset yığınlarına cesaret madalyası takmaya, dul kadınlar, yetimler, sakatlar oluşturmaya, bizden önceki nesillerin edinimlerini bu kadar hesapsızca savurmaya ve sonrasında yine oturup bir anlaşmaya varmaya değer mi?

üçüncüsü, her anne için evladı, bu ivan veya muhammed olabilir, isimlerin önemi yoktur - o evlat en iyisidir. işte bu yaşamı bir kurşunla, şarapnelle elinden almaya gerek yok.”

rusya ukrayna savaşı - 38 favorites -
- geldin mi?
- evet geldim!
- ne kadar zamanım kaldı?
- 3 dakika
- hah altıma işedim..
- hah hah esprili insanları severim, neyse son bir isteğin var mı ? eyfel kulesinde bir kadeh şarap, hayır mı? o zaman belki rio karnavalı?
- hayatın anlamı nedir?
- ah bu yeni bir şey.. filozof musun yoksa?
- hayır, öğretmen.. tüm hayatım boyunca bu soru aklımı kurcaladı, oğlum doğduğu gün dedim ki bak işte bu hayatımın anlamı, ama sen onu daha 18 yaşında benden aldın..
- evet bu biraz ağır oldu.
- sonra benim elimden karımı, hayatımın aşkını aldın, oğlumuzun ölümünden sonra benim aşkım ona lazım değildi, o zaman düşündüm de belki de hayatımın anlamı mesleğimdi, tüm benliğimle o çocukları okutmaya adadım kendimi, ne uykusuz geceler geçirdim okulun veremeyeceği şeyleri onlara vermek için, ve sonuç ne oldu?
- hakikaten ne oldu?
- eeeh hiçbir şey, hepsi gri hayatlara adadılar kendilerini, bir gün çok sevdiğim bir öğrencim geldi de bana dedi ki “boş yere çabaladınız, boş yere” o gün kalbim atmayı bıraktı, söyle lütfen nedir şu hayatın anlamı? şu anda kendi sidiğimin içinde yatıyor olsam bile, belki de boşuna yaşamadım ben bu ömrü.
- hatırlamıyor musun hani sen 5. sınıftayken yana isimli bir kız vardı?
- kızıl saçlı olan mı?
- evet kızıl olan.
- hatırladım!
- peki teneffüste ona taktığın çelmeyi hatırlıyor musun, sonra o hızla koşarken bir köpek pisliğinin üzerine düşmüştü?
- aptalca bir hareketti, ben çocuktum ve bütün çocuklar böyle salakça şeyler yaparlar
- önemli değil, ama ondan sonra ona boklu yana diye lakap takıp kızdırmaya başladılar, öyle bir hal aldı ki kız başka bir okula gitmek zorunda kaldı.
- e ne var bunda peki?
- tamam işte, bu senin hayatının anlamıydı, sen hayata gelme amacını o gün yerine getirdin!
- nasıl olur?
- o kız yeni okulunda bir çocukla tanıştı ve hemen birbirilerine aşık oldular, okul bittikten sonra da evlendiler ve sonrasında da bir çocuk dünyaya getirdiler işte o çocuk büyüdü ve tarihe geçecek işler yaptı, sen ise bu bulmacanın küçük bir parçasıydın.
inanmıyorum, bu kadar basit olamaz..

hayatın anlamı - 1 favorites -