arkadaşlar, şu "nüfus azalması iyidir, nitelikli insan artar, mükemmel olur" muhabbetine ciddi anlamda ayar oldum, çünkü bu işin gerçek dünyada yürümesi mümkün değil, bence iyice uçmuşlar. dünya ütopik hayallerle gezilecek bir yer değil, burası güç dengelerinin, rekabetin döndüğü bir arena ve nüfusun azalması bir ülkeyi resmen bitirir. bakın mesela ruslara, adamlar onlarca yıl ayakta kalmış, neden? çünkü nüfusları var, sibirya’dan kafkasya’ya kadar insan gücüyle tutmuşlar devleti. şimdi senin nüfusun azalıyorsa, çin’le, hindistan’la nasıl başa çıkacaksın? hindistan 1.4 milyar, çin desen milyarlık nüfus, genç iş gücü patlaması yaşıyorlar. savaş çıksa, sen güney kore gibi 0.78 çocuk oranıyla ne yapacaksın? amına koyarlar adamın, öyle "nitelikli toplum" masallarıyla olmaz bu işler. ekonomik olarak da felaket; iş gücü azalıyor, üretim düşüyor, yaşlı nüfus artıyor, sağlık-emeklilik sistemleri çöküyor. japonya’da her üç kişiden biri 65 yaş üstü, hastaneler dolup taşıyor, nerede senin mükemmel toplum hayalin? üstüne, hindistan artarken sen azalıyorsan, pazar büyüklüğün, askeri kapasiten çöp olur. bir de eşit bir azalma planı falan yok; güney kore 16 yıldır teşvik veriyor, 0.78’e düştü, japonya kasabalarını kaybediyor, ama afrika’da nijerya patlıyor. bu dengesizlik seni zayıflatır, rakibini güçlendirir. çevre muhabbeti de tamamen bahane, tüketim alışkanlıkları değişmeden nüfus azalması kurtarmaz, teknoloji geliştirecek insan da azalır zaten. kısaca, "nüfus azalması iyidir" demek küresel rekabeti, savaş risklerini, ekonomik gerçekleri tamamen yok saymak. ruslar nüfusla ayakta, çin ve hindistan nüfusla yükseliyor; sen azalırsan bitersin. güney kore’nin hali ortada, 0.78’e düştü, geri dönüşü zor. burası hayal dünyası değil, nüfus güçtür, bu masallara kanmayın, gerçeklere bakın. ha güney kore sikimde mi? değil. ama ibret almak? o lazım işte.
not: arkadaşlar çin'in nüfusu artık yükselmiyor gayet farkındayım, ancak uzun süre boyunca tükenecek gibi de durmuyor ve halihazırda inanılmaz nüfusa sahip, bu yüzden yukarıya koydum, bu konuda yeşillendiren arkadaşlara teşekkürler.
istanbul'da, hem asrî hem de kadîm bir beldede, zulmanî bir akşam vaktinde, hafiye mehmet aslan, kendini fesad ve hıyanetle dolu müşkil bir vaziyetin (imbroglio) içinde buldu. son davası, mühim bir siyasetçinin milyonlarca lirayı ihtilas ederek (defalcation) ortadan kaybolduğu, geride bir dizi vesaik-i kalbe (sahte evrak) ve kâzip beyanlar (mendacious statements) bıraktığı, rezalet-i azîm bir mesele idi.
bu vaka, hükümet nazarında menfur (anathema) bir hâl idi ve meselenin halli için tazyik pek şiddetliydi. itidal-i demi (sangfroid) ile maruf olan mehmet, şehrin cinayet şebekelerinin muhitindeki keşmekeşin (circumambient chaos) içinde sür'atle (celerity) hareket etti. lâkin, mutad muhbirleri isticvâb eyledikçe, bir yalanlar mecmuası (farrago) ve mübalağalı (bloviated) rivayetler ile karşılaştı.
baş şüphelisi, hayalperest (quixotic) teşebbüsleri ile bilinen serkeş (obstreperous) bir iş adamı olan cemil koca idi. cemil’in lafları, içi boş olduğu kadar tumturaklı (sesquipedalian), üstü örtülü tehdidat (comminations) ile doluydu. amma mehmet müteessir olmadı. bilirdi ki, cemil’in bu mutantan sözlerinin ardında çok daha karanlık bir şey—refikası ayşe'nin katli, yani bir zevce cinayeti (uxoricide)—yatmakta idi.
şayialara göre cemil, ayşe’nin vefatını hafî (surreptitious) bir surette tertip etmiş, bir kaza gibi göstermişti. lâkin mehmet, daha derine indikçe, o kadar itina ile birbirine merbut (concatenated) bir hadiseler silsilesi keşfetti ki, bunun sırf bir tesadüf olması mümkün değildi. hakikat lâyenatek (ineluctable) idi: cemil mücrimdi.
beldenin her yerde hâzır u nâzır (ubiquitous) olan mücrim eşrafı müdahale etmeye çalıştı, lâkin mehmet azminden dönmedi. kapalıçarşı'nın altındaki kasvetli (lugubrious) bir mahzende gizlenmiş mali kayıtları buldu; burada, meş'um ışıklar altında, ihtilas edilen nakd, ziyâ-yı dürrahşan (fulgent glow) ile parlıyordu. bu keşif, cemil'in dahi ötesine uzanan bir sahtekârlık şebekesini ifşa eden bir idrak (epiphany) anı oldu.
cemil’in adalete teslim olması yine de müşkilsiz değildi. müvekkilleri kadar mütemerrid (recalcitrant) olan avukatları, hakikati tahrif etmeye (tergiversate) yeltenerek, bühtan (calumnies) ve tahkirat (contumelies) dolu bir hukuk mücadelesine giriştiler. mamafih, seri-üs-seyr (expeditious) olan mehmet, onların hamlelerini evvelden tahmin edip ilk darbeyi vurdu.
mehmet, ayrıca cemil'in dalkavuk (sycophant) hempalarının, davayı tehir etmek için beyhude (nugatory) oyalama taktikleri yaydıkları müzîr (pernicious) tesirini de ortaya çıkardı. lâkin her bir delil ile mehmet’in davası hakikate mutabakat (verisimilitude) kazandı, şüpheye mahal kalmadı. cemil’in cebin (pusillanimous) firar teşebbüsleri beyhude idi ve kanun nihayet onu yakaladı.
muhakeme devam ederken, cemil bunca delile rağmen itirafı reddederek muannid (obdurate) kaldı. hüküm giymesinin kurbeti (propinquity) yaklaşıyordu ve bir zamanların kudretli iş adamı, nihai hesaplaşma ile karşı karşıyaydı. muhbirlerle dolu mahkeme salonu, her biri cürümlerinin bir başka katmanını ortaya seren, müessir (mellifluous) lâkin mahkûm edici şehadetler ile çınladı.
tüm bunlar olurken, mehmet sâkit (taciturn) kaldı, işinin kendi namına konuşmasına müsaade etti. bu dava, hile ve tehlike içinde bir tahammül imtihanı olmuştu, lâkin artık bitmişti. dışarı adımını attığında, boğaziçi'nden latif bir nesim (zephyr) yüzüne çarptı. şehrin bitmez tükenmez tehavvülatına (vicissitudes) rağmen, adalet bir kez daha tecelli etmişti. denâet (turpitude) içinde yoğrulmuş bir cürmün kalıntılarını geride bırakıp, istanbul'un nihayetsiz esrarına doğru bir sonraki seferine (peregrination) hazır hâlde uzaklaştı.
tefekkür ederken fark etti ki, bu dava, pek çok cihetten, bu şehirdeki cürmün nümûne-i kâmilesi (quintessential) idi—derinlere kök salmış, karmaşık, lâkin nihayetinde halli mümkün. eserinin tesiri tarifi gayr-ı kabil (ineffable) idi, kelimelerin tam manasıyla ifade edemeyeceği bir şeydi, ancak adalet yine de hükmünü icra etmişti.
gece gece ayar oldum lavuğa
doğru cevap verdiğini gören yok
lasha talakhadze tarafından rekoru kırıldı ama fenaydı
bazen alnını opesin geliyor basen a... s...in geliyor
tarih boyunca atlı sporlar, osmanlı imparatorluğu'nda hem askeri eğitim hem de sosyal eğlence için vazgeçilmez bir yer tutmuştur. başlangıçta savaş hazırlıklarının bir parçası olarak görülen bu faaliyetler, zamanla toplumun her alanına yayılmıştır. cündilik gibi atlı sporlar, yalnızca bir eğlence değil, aynı zamanda savaşçıların beden gücünü ve savaş becerilerini korumalarını sağlayan önemli bir eğitim aracıydı.
osmanlı devleti'nde cündilik, sarayda ve orduda büyük bir öneme sahipti. öyle ki, istanbul'da bulunan müteferrikalar (çeşitli görevlerdeki saray mensupları), çaşnigirler ve diğer bölüklerden cündilikte yetenekli olanların, cündibaşı'na başvurarak meydanlarda talim yapmalarına dair özel fermanlar dahi çıkarılmıştır. bu talimlerin temel amacı, savaş zamanında yetenekli ve hazırlıklı askerlere sahip olmaktı. padişahlar da bu sporlara bizzat katılır ve müsabakaları izlerdi, hatta bu yarışmalar için özel alanlar tahsis edilmiştir. at yarışları ve cirit gibi atlı oyunlar, bayramlarda ve önemli elçi ağırlamalarında eğlence amaçlı müsabakalar olarak da düzenlenmiştir. örneğin, padişahların avlanmak için çıktıkları gezintiler de atlı spor faaliyetleri olarak değerlendirilirdi.
osmanlı'da sporun teşvik edilmesi için çeşitli ödüller ve teşvikler de kullanılmıştır. at yarışlarında başarılı olanlara nişan ve madalya verilmesi, bu spor dalına verilen önemin bir göstergesiydi. hatta 1914 yılında tarsus'ta uçak fonuna gelir sağlamak amacıyla düzenlenen bir at yarışında birinci gelen atın sahibine mecidi nişanı, atın binicisine ise liyakat madalyası verilmiştir. bu tür yarışmalar, bazen hayır işleri için de düzenlenirdi, tıpkı konya'da 1912'de tayyare ianesi'ne destek olmak için düzenlenen at, eşek, bisiklet ve çuval yarışları gibi. böylece atlı sporlar, osmanlı toplumunun askeri, sosyal ve hatta ekonomik hayatının bir parçası haline gelmiştir.
geçtik elhamdülillah. en güzel artısı da depolama oldu ya. yüz yetmiyordu bir türlü
burada cemkiren kadınlardir
birden fazla ev sahibi olmayı yasaklamak gibi radikal ve popülist bir fikre kapılmak, özellikle günümüzdeki fahiş kira ve konut fiyatları düşünüldüğünde, toplumsal adalet arayışındaki vatandaşlar için anlaşılır bir tepki olabilir. ne var ki, bu öneri, piyasa gerçeklerini ve hukuki zemini göz ardı eden, aceleci bir yaklaşımdır. konut piyasası, basit bir bölüşüm meselesi değil, arz ve talebe dayalı, kompleks bir ekonomik sistemdir. yatırımcıların birden fazla mülk edinme hakkının kısıtlanması, sanılanın aksine kiralık konut arzını düşürmekten başka bir işe yaramayacaktır; zira sermaye, konut gibi somut ve güvenilir bir yatırım limanından çekilip getirisi daha yüksek başka alanlara kayar ve sonuçta piyasaya sunulan kiralık konut sayısı azaldığı için geriye kalan evlerin fiyatları daha da astronomik seviyelere ulaşır. dahası, böyle bir yasak, anayasal güvence altındaki temel mülkiyet hakkına doğrudan bir müdahale teşkil eder ve hukuk devleti ilkeleriyle çatışır; bu türden spekülatif sorunların çözümü, tamamen yasaklamak yerine, ikinci ve sonraki mülkler için ağır ve kademeli olarak artan emlak vergileri getirmek gibi maliye politikaları ile sağlanmalıdır. konut krizinin asıl kökeni, mülk sahibi sayısında değil, büyükşehirlerdeki arsa kıtlığında, plansız şehirleşmede ve yetersiz konut üretiminde yatmaktadır; dolayısıyla, kalıcı çözüm, pastayı küçülterek yeniden bölmekte değil, doğru planlamalarla konut arzını bütünüyle artırmaya odaklanmakta gizlidir. yani garip fikirlerinizi kendinize saklayın.