müzik dinlerken kulaklık soketinin çıkması ne kadar naif bir hadise değil mi? (bu nasıl giriş lan nejat alp-arkadaşım introsu gibi). szevgi ne gütjel shiey djeiğ mi..? (baba bütün albüm kayıtlarını damlataş mağarasında yapmış) ha bu arada bir kavram kargaşası olmaması için 'acıların kadını bergen' diye belirteyim de; bilmeyen birisi tutup: manyak mısın olm? elin norveç'li jon arnie kalleström'ü malatya-arapgir'i(memleketin en emir kipli ilçesidir 'arap, gir!' düşünsene lan sana bir tane arap giriyor. sikseler gitmem) dinliyor mu da, sen elin memleketlerini dinliyorsun diye ayar hazeyanlarına girmesin.
her an ruh hali değişen sıkıntılı bir tip olduğum için telefonuma yüklediğim müzikler de değişebilecek durumlarıma göre belirlenmiştir. dolayısı ile her iş çıkışı coşan bohem ruhuma yönelik de birkaç şarkı attım tabi. e okul bahçesinde de it gibi titreyerek bira içerken opeth, emerson lake and palmer dinleyecek değiliz ya. bana komşuluk yapan abaza-i milliye gençliği o kuytuda 'ne ayağhsın la bebe' diye klanıma dürtmez mi? bir erkeğin müzik kutusunun bir köşesinde illa ki bir kaç tane 'içmelik' şarkı olur. bergen'in çilekeş şarkısı da benim için bunlardan birisi. bakın şimdiden söyleyim; ıyk bergen mi? ay lümpeeaann diyenlere sürprizlerim, mükafatlarım var. siz değil miydiniz lan; eric clapton amerika'nın orhan'ıdır diyen? siz değil misiniz, müslüm baba başka bi ülkede doğsa, leonard cohen'in esamesi okunmazdı! diyen? bergen de benim gözümde yaşı benzemesin(ki benzedi bile. biri 27, diğeri 29 yaşında öldü) bi jonis joplin'dir, bi joan baez'dir. 10 yıl öncesine kadar kırlentli divanların üstünde bi lokma-bi hırka yaşayan ama şimdi iki ortama girince kırmızı şarap içip mercedes sosa, aretha franklin, tanitaya tıkaram dinleyenler kesin burun kıvırır ya; tavrım onlara işte.
malum, bu murphy denen pezevenk 7/24 yakamı bırakmadığı için günde elli kez kanunlarını hatmediyorum. babacım takmışım acımız büyük gözlüğümü, üzerimde parlak bi trençkot, bağlamışım şekilli şemalli siyah atkımı, paça genişliği 20 santim, yüzüme para kazanan adamın nuru yeniden inmiş, saçlar desen o biçim... sormayın; yıkılıyorum. kimse vermese bile ben kendi kendime veririm yani. o derece. façam bozulmasın diye durağa kadar kurşun asker gibi yürüyerek gitmişim. semtin kızlarına vermek istediğim mesaj: siz mahallenin erkeklerine burun kıvırıyorsunuz ama bakın benim gibi cevheler de var! (zaten oldum olası bu kız milletinin mahalle erkeklerini aşağılamasına, hor görmesine feci tavım ama o ayrı bir zamanda yazı olarak vücut bulacak)
öyle farklıyım ki 10 luk transferli ego kartımı basınca bile diğerlerinden çıkan sesten daha farklı bir ses çıkıyor (meğer manyetiği cortlamış. melih dediydi 'göt cebine koyma kıvrışır' diye) şoförün ''bi kartı basamadın dürzü! şekil şemalle otobüsten karı ayıklayıp ona nasıl basmayı düşünüyorsun?'' bakışları ve çabası ile kartı düzeltip her zamanki yerime geçtim ve yüzümü dışarı çevirip uzaklara bakan adam karizması yapacam. bu arada müzik listesinden de güne başlama şarkılarını irdeliyorum. ben therion mu dinlesem? fahir atakoğlu mu dinlesem gel-gitleri yaşarken bir anda bergen-çilekeş sıraya girmez mi? 'ulan bu sabah zaten yaşam coşkusu olmadan kalktık, bunda da bi hayır vardır. yardır gitsin' diyerekten açtım efsanemi. ama ayaklarımla tempo falan vermeyi ihmal etmiyorum. dışarıya öyle bir izlenim vermişim ki; otobüsün yıldızı şu an kesin çok güzel ve değişik bir şey dinliyordur.
ben huşuu içinde şarkımı dinlerken bir anda ses bana uzaktan gelmeye başladı. ulan ne oluyor diye baktığımda ne göreyim; sen soket kurtul oradan (hem de dişinin birisi kırılıp yuvasında kalacağı şekilde) telefon pat diye düşsün yere.
ben sabahsız geceleriiiin kucağında bir çileekeşş
dıt dıt dırıdıt dıt dırı dıt dırı dırı dıt dırıdırı...
şerefsiz darbukacı da vuruyor 9/8 in ciğerine ciğerine. anasını siktiğimin telefonuna da öyle bir ses sistemi yüklemişler ki, bildiğin belediye hoparlörü gibi. oldu mu o mahallenin farklı çocuğu sana kralcı! ben iki dakika önce alain delon gibi bindiğim otobüste o kalabalığın altına girmiş domala domala telefon ararken çalıyor da çalıyor vicdansız darbukacı..
benim gibi çileekeşiiin, yaşamaaası ızdıraaptırrr
dıt dıt dırıdıt dıt dırı dıt dırı dırı dıt dırıdırı...
hay amınakoyim madeni para gibi yuvarlandı mı lan bu telefon. taa şoförün ayağının dibine gitmiş. telefondan kastım: hani şu mahalle santrallerinde telefon operatörlerinin kullandığı ahizesi siyah elektrik bantı ile sarılmış tipten bişey. artık o kadar uzun süredir hayatta ki, kişilik sahibi olmaya başladı. kendi kararlarını kendisi verir, sevmediği birisi aradığı zaman kafasına göre açmaz, gerektiği yerde inisiyatif kullanır. mesela bir mesajı iletip iletmemeye o karar verir. gerektiği yerde 'o kıza ulaştırmam ulan seni' diyerekten masaya yumruğunu koyar. bütün telekominike yükümü aldı omzumdan sağolsun. babayiğittir de. hani bi maçta gaza gelip hakeme atsam, takımıma on maç saha kapatma cezası gelir. ulan o cüsseyle nasıl başardın oralara kadar hoplayıp zıplamayı?
artık güneeşşş doğsaaa doğmasa ne oluuurrr
artık kader gülseee gülmesee ne oluurrr
dıt dıt dırıdıt dıt dırı dıt dırı dırı dıt dırıdırı...
panik hali ve krizi yönetmek benim en başarısız olduğum konudur. ilk önce soketin dişini çıkarıp
yeniden takayım diyor bu mankafa ama yanında takım çantası yok ya dürzü nasıl çıkaracan?
ağla ömrüm, ağllaa gözüm
ne kadere,ne sana geçmedi sözüüümmm...
ben çekemem! buncaaaaa kahrııı gönlüüümmmm
yok baba olmayacak! ben en iyisi menüden kapatayım derken; elim ayağım sikim dolaştı tabi çarşafa, trençkotun kemerine. tuş kilidi. aç lan tuş kilidini! aşağı ok: rehber. lan yok ne rehberi koyduğumun telefonu. galeriye girecen (zaten in the galery dinlerken başına gelse şaşardın) hay amınakoyim hadi lan. ney girecek şimdi!
ulan farketmeden nasıl bir müzikal zenginliğe bulaşmış bunlar. yaylılar giriyor, vurmalılar çıkıyor, üflemeliler solo atıyor, klavyeci o yılların şartlarına göre virtiöz olmuş... rahmetli bu şarkıyı kesin londra flarmoni ile yapmıştır hissiyatına giriyorum. bu arada otobüs geneline kalender bi atmosfer hasıl olmuş; arka sıralardan birisi yanındakine ‘’bir kızı çok sevdim birader. ama o kaltak taksicinin birine kaçtı’’ diyor, bıyıklı bir abi önündeki ekibe gençliğinde yaptığı pompaları anlatıyor. bir kalkıyor ''geç bacım sen otur'' diyor, teyzemin birisi sağa sola sallana sallana döşüne vuruyor. birisi utanmasa şoföre ‘kaptann bi büfenin önünde dur da bir şeyler alalım. bacım sen kesin miller içersin he mi?’ diyecek.
ben sabahsız geceleriiiin kucağında bir çileekeşş
sen ümitler ülkesinin karanlığında bir güneş
dıt dıt dırıdıt dıt dırı dıt dırı dırı dıt dırıdırı...
ulan o değil telefon tekrar inisiyatifi ele alıp aradan ''hımmm megasite'' cıngılı verecek diye korkuyorum. galeri-parçalar.. offf hadi lan şarkı bitti amınakoyim. bütün otobüse dert oldu mınısikiim. millet ben şarkıyı kapatmayı başarınca sorunlu bir uçuş sonucu uçağı sağ salim indirmiş pilotmuşum gibi alkışa bağlayacak. bak yine girdi ney solo. neyse ki ben salak şarkıyı bulana kadar, canlı yayınımız son buldu.
bütün sıkıntı bununla bitti mi zannediyorsunuz? kafamı kaldırdığımda tripten tribe giren onlarca insan ile göz göze gelme etabı var. o değil; gülşen-demet akalın-hande yener dinlediğine emin olduğum kızlar bile böyle bi burun kıvırmaya başladı ki; şimdi tutup mahalle karısı gibi elimi belime koyup: bergen bi joan baez'dir, bi tanitaya tıkaram'dır diye brifing mi vereyim? ama en çok ağrıma giden: arka sıralardan koptura koptura gelen lake kaplama takımlı-süet ayakkabılı yiğidonun ''kardaş şarkı çok güzelmiş. bulututla yollasana bana. ben de sana halil erkal-dert deryasını yollarım'' demesi oldu.
bak kardeşim şimdi sizin blues diye dinlediğiniz müzikler amerikan magandalarının...
***
dert deryasındayım anaaam layıkğhh değilimm
çok içmişem baba bugün ayığkhh değilim
affet beniii
affet beniii
zanım szevgilim
ben senin aşkına gülommm layıkğhh değiliimmmm
***
ben sabahsız geceleriiiin kucağında bir çileekeşş
dıt dıt dırıdıt dıt dırı dıt dırı dırı dıt dırıdırı...
fas'ın kuzeyinde güzel bir şehirdir marakeşşş