uzun zamandır, sinemada, andrew hanson
*ın sehpanın üstündeki kasenin içindeki taşları döktüğü ve dökülüşlerini izlediği sahne gibi bir sahne görmemiştim, nefesim kesildi, koltuğa çivilendim. neden böyle oldu? insanın eşyayla imtihanında önemli bir noktayı işaret ediyor o sahne. dövüş kulübü'yle bayağılaşmış "sahip olduklarının sana sahip olması" durumu değil bu, başka bir şey. bilhassa şehirli insana, tüketim öznesi olduğunu hissettirmeyen eşya da aslında çok güçlü pençelerle tutunmuş, yapışmış durumdadır. şehirlinin farkında olmadığı muhafazakârlığı da sanki oradan ileri gelir. paradigma
yerleşik hayat ise insan -adı üstünde- yerleşmek ve yerini korumak durumundadır. ve bir gün içine bilmeden istemeden düştüğü bu hayatın bedelini ödemek gerektiği, filmdeki gibi bir patlama anıyla kafasına dank ederse, farkında olmadan çok temel birtakım asabi eylemlerde bulunabilir. içindeki taşlarla o kase, müsebbip midir, evet öyledir; saçma, komik varlığını, anlamsız yapısını, güncel bir dekor olarak masanın üstündeki yerini bu insana borçludur ve bu insan da eylemini ona yöneltir işte. yönetmenin de uzun vurgusuyla, o sahnenin temsil ettiği şey "her şey darmadağın" / "everything is falling apart"ın çok ötesinde bir insanlık durumudur, olmalıdır.