haddimizi bilerek biraz deşelim..
eser; büyük, sert, karmaşık, görkemli, haşin, ağır, kat-i olanın, sonsuz yükselişe dönüşme hikayesidir.
passacaglia’nın efsane bas teması
andre raisson’ın bir eserinden alınmış. ağır tempolu ispanyol dansı olan ama fransızların gelenekselleştirdiği bir
passacaglia bestelemeye karar veren genç bach, temayı da yine özünden, fransız bir besteciden alıp alman titizliğiyle işliyor. sakın dans deyince yanlış anlaşılmasın dünyanın en karamsar çeşitlemesini dinliyoruz. aslında müzik o derece büyük ki, karamsarlık gibi insani duygularla açıklamak da biraz komik kaçacak.
bas teması pedalda değişmeden tekrar ederken, üstüne binen 20 adet çeşitlemenin her biri çok farklı motifler sunuyor. karakter aynı kalırken dokular sürekli değişiyor. kulaklarımız yeterli gelmediği için bir noktadan sonra bu dokuları “görmeye” başlıyoruz. şimdi o noktayı belirleyelim.
bilmiyorum başka özel bir terim kullanılıyor mu, ama müzikte “
metafizik kapı” diyeceğim bir şey var. pek bilinen bir örnekten gidersek: beethoven’in 5. senfonisinin ilk bölümünün ortasında dört nala giden orkestra bir anda susar ve obua, o ana kadarki sert mizacın tersine içsel, hüzünlü bir melodi mırıldanır. sonra aynı sertlik tekrar başlar ama o birkaç saniye bizi değiştirmiştir. aynı şeyi çaldıkları halde, aynı şekilde dinleyemeyiz. algımız değişmiştir. işte bach’ın yaptığı şey de özünde bu. ama sonuçları dinleyen açısından daha yıkıcı oluyor.
metafizik kapı’nın başlangıcı 11. çeşitlemede bas partisinin tize alınmasına [4:29] tekabül ediyor ve 15. de [5:55] doruğa ulaşıyor.. il 10 tanede gittikçe yoğunlaşan çeşitlemeler 11.den itibaren aşama aşama hafifliyor. genelde 4 ses giden müzik önce 3 sese, sonra da 2 sesli basit bir armonik çıkışa dönüşüyor. (burada inanılmaz bir ayrıntı: aslında hep 4 ses devam ediyor ama algılayamıyoruz. müzik yassılaşıyor). bu yumuşak ve hafif tonal çıkış passacaglianın genel büyük, sert, karmaşık, görkemli, haşin, ağır, kat-i... tavrına o derece zıtlık oluşturuyor ki hemen ardından kaldığı yerden aynı görkem ve karmaşıklıkta devam ettiği halde aynı şekilde dinleyemiyoruz. bizleri adım adım hafiflemeye hazırladıktan sonra bir anda tekrar önümüze serdiği yapı kulaklarımıza fazla geliyor. goethe “mimari, donmuş müziktir” der. sırf o nedenle gittim mimarlık okudum ama mimarinin içindeki donmuş müziğe bir türlü dokunamadım. bu eserde ise müziğin içindeki mimariyi resmen görmeye başlıyoruz..
fügün başladığı an belki daha da acayip. bach daha önce tanık olmadığım biçimde birbirinden tamamen farklı iki müzikal biçimi birbirine lehimliyor. passacaglia 20 adet birbirinden farklı çeşitlemeden oluşuyor. yani müzik şöyle gidiyor. “tema”, “çeştleme1”, “çeşitleme2”, “çeşitleme3”... füg ise uzun tek bir akıştan ibaret. “fffüüüüüüüüüüüüüg” gibi. yok böyle olmadı. bir de şöyle grafik olarak deneyelim
"l l l l l l l l l" ve "____________"
bach ve öncülleri böyle “bişey ve füg” yapısını zıtlık için kullanırlar, etkileyici olan da bu karşıtlıktır zaten. çalınırken de araya uzun bir sus atılır ki bu durum pekişsin. fakat bu eser tamamen farklı. ilk dinleyişte insan passacaglia’nın nerede bitip te füg’ün başladığını farkedemiyor. böyle bir zıtlığı birbirinin devamı olarak üretiyor bach. en karmaşık biçimlerin dahi bu genç yaşında onun elinde oyuncağa dönüştüğünü farkediyoruz. şimdi rencide etmek istemiyorum ama helmut walcha gibi çok değerli birkaç yorumcu araya sus koymuş. kaçınmak lazım.
fügü yapısal olarak inceleyecek bilgim yok. bilenleri davet ediyorum. ama hissi olarak dakikalar süren bir “sonsuza yükseliş”tir. sürekli aşağıya inen bas temasının aksine tüm bölüm tek bir çıkışa dönüşür. yükseliş yavaş başlar ve logaritmik olarak hızlanır. sonlara doğru o derece yüksek bir ivmeye ulaşıyor ki vites atmaları duymaya başlıyoruz[2:56] [3:31]. tam çözülmeye ulaşacağını sandığımız yerde yeni bir dişliye geçiriyor. sonra bir yenisine. yükselirken füg’ü oluşturan ses dizilerine dikkatlice bakarsak, tüm o büyük, yoğun müziği taşıyanın aslında adeta kırılgan bir zariflikteki küçük melodik heykeler olduğunu farkediyoruz. başkasını bilmiyorum ama finale doğru dinlerken kanımın çekildiği bir aşamaya geliyoruz. tansiyonum çıkıyor, gözlerim karıncalanıyor.. ve bu an da trill noktası [4:12]. trill artık tam anlamıyla fiziksel bir yukarı çekişe dönüştüğü anda ilk defa basların aşağıya indiğini duyuyoruz. temaya geri dönüş ve ardından tüm sesler aşağıya inmeye başlıyor. çıkanı yere çalıyor. kendiyle beraber yükseleni toprağın altına gömüyor. şimdi ayrıntılı olarak tanımlarım tanımlamasına da, yazının edebini patlatmak istemiyorum. o nedenle: (bkz:
orgazmdan zevkli anlar)
son olarak dertlere derman olan bir youtübe commenti ile bitirelim:
"ben bir ateistim ve tanrının varlığına inanmaya en yakın olduğum an, işte bu andır.."