lise sonda kız arkadaşım "baş karakter sana benziyor" diyerek bana bu kitabı vermişti. o zamanlar havalı bulmuştum bir roman karakterine benzemeyi. okumuştum da çok anlamamıştım ne alaka diye geçirmiştim ben bu adamla ne alaka?
üzerinden geçen yıllarda onlarca kitap okudum ve bu öykü aklımdan uçup gitti.
büyüdüm, değiştim ve sandım ki ben bambaşka bir insan oldum. çünkü bambaşka insan olmak için emek verdim kendime ilmek ilmek.
bir senedir uzaklaşmıştım kitaplardan neyse ki son 2 ayda tekrardan kendimi kitaplara verdim. öyküler de yazmaya başladım ve hatta bazı görüşmeler bile yapmaktayım, hayat ne getirir belli olmaz. kitaplarla kendimi dönüştürmeyi seviyorum bu bazen bir felsefe kitabıyla bazen bir öykü kitabıyla oluyor ama her kitap mutlaka bana farklı bir kapı aralıyor.
uzatmamak gerek, geçenlerde gözlerinde gördüğüm dipsiz derinlikle gözlerime bakıp da "neden korkuyorsun?" dedi biri.
ilişki istemediğimi çünkü içimdeki hislerle ancak onu inciteceğimi ve incinmeyi hak etmediğini söylemiştim. haklıydı uzaktan bakınca sadece korkak bir bahane gibi duruyordu oysa içimdeki savaşı bitirmeden onu dahil edemeyecek kadar incinmesinden korkuyordum sadece. evet korkuydu bu ama değerli bir korku. kendime ve duygularıma da duyduğum saygının sonucuydu.
kızgınlıkların ardından bir tokat indi yüzüme
* sen bay c'yi bilir misin?
o kim dedim hiç duymamışçasına.
git bul kim olduğunu, oku da gör. ona benziyorsun ve ona benzemek o kadar da iyi değil aptalsın tamam mı?
gülümsedim çünkü hayal kırıklığının yarattığı incinmiş öfkeyi görüyordum onun sözlerinde. ayrıca kendini bir bok sanma demek istiyordu belki utangaç gözleriyle.
eve geldim, kim bu bay c diye düşündüm de bakındım. oku da gör dediğine göre, bay c roman karakteri? diye aratınca internette (bkz:
bay c) başlığına yönlendirdi beni.
"
yusuf atılgan'ın
aylak adam adlı romanının baş karakteri."
içimi bir ürperti aldı. 7 sene geçmişti aradan tam 7 koca sene. dedim ya büyüdüm, değiştim ve sandım ki bambaşka bir insan oldum. oysa yine bir bay c olup çıkmıştım.
bir de bu bilinçle okuyayım dedim kitabı, bu sefer havalı gelmedi. sanki tanrıyı keşfetmişçesine bir irkilmeyle geçtim sayfa sayfa. tanrıyı değil ama kendimi keşfetmekteydim. öyle ya hayatıma giren 2 farklı derin kadın beni bu adama benzetmişti hem de 7 sene arayla. bense ilkinde adamı hiç bilmezken ikincisinde çoktan unutmuştum bile kimliğini.
uzatmamak gerek dedim ama uzattım çünkü dedim ya bu aralar öyküler yazıyorum ve kendi hayatımın içinden bir şeyleri yazarken de derinleşmek hoşuma gidiyor, zihnimi açıyor. bir de böyle uzun entryleri okuyanlardan bir kısmı mutlaka dönüş yapıyor da anlatımım iyi mi diye soruyorum iyi oluyor. iyi bir öykücü olmanın anahtarı yaşadıklarını öyküleştirerek anlatabilmeyi becerebilmektir dedi geçtiğimiz günlerde bana önemli biri. ben de yaşadıklarımı yazıyorum buraya burası benim evim ve evimi kafama göre boyuyorum aslında.
*not aldım kitaptan birkaç yeri
"insanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. olmak istedikleri ama olamadıkları "kişi"yi anlatırlar"
evet yalan, insanın en çok da kendisine söylediği bir şey. kendimizi inandırmak uğruna bir şeylere, ne kadar çok öylesine yalanlar söylüyoruz?
"oysa b.nin ona vermek istediği şeyin yanında kızlık neydi ki?"
dehşet bir cümle, bunu yazabilecek bir zihin harika.
"temmuz'un 23'ünde günlüğünde yalnız iki kelime yazılmıştı: "o nu seviyorum." buna da inanmadı. "yalan!"
beni sevseydi o günün 23 temmuz oldugunu bilmezdi."
aşk, bu.
"ne öğrettim ona? dünyada tanıdığı bir deli daha olduğunu"
türk edebiyatının en iyi romanlarından biri. muazzam bir eser gerçekten muazzam. bir süre sonra tekrar okumam gerek bu eseri hatta herkes okumalı. bir
albert camus eseri olsaydı bu sanırım tüm dünyada okunur filmleri çekilirdi.
bir teşekkür mesajı attım kıza. trip attı ve cevap vermedi. canı sağ olsun.
"biliyordu; anlamazlardı"