tarihin gizli kalmış karanlık ve kimsenin dile getirmeye cesaret edemediği meşum sırlarından biri de, arthur schopenhauer'in biraz karaktersiz, hatta kim bilir belki de biraz yavuşak karakterli biri olduğu gerçeğidir. evet, polonya'nın bir dağ köyünde doğup daha sonra üstün alman teknolojisi sayesinde felsefe camiasının önde gelen filozoflarından biri olmuştur arthur schopenhauer ama bu ne yazık ki bir miktar götelek biri olduğu gerçeğini değiştirememiştir. peki neden, neden böyle biri olmuştu arthur schopenhauer; şartlar mı onu böyle olmaya itmişti, yoksa zaten oldum olası böyle çekilmez bir adam mıydı arthur schopenhauer uykusuz, aksi, lanet? bilmiyorum. bilmiyorum ama şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki; benim de arthur schopenhauer hakkında söyleyeceğim bazı şeyler var.
her şey bundan bundan 1,5 ay kadar önce başlamıştı; soğuk bir şubat gecesinde, karanlıktan dolayı pek bir şey göremesem de kahvemi içip penceremden uzaklara bakarken arthur schopenhauer'in dünyaca ünlü bestseller'ı "bir filozofun huzurunda; söyleşiler, portreler, şiirler" isimli eserini okumuş, daha sonra eserde geçen ve dikkatimi çeken bir metni zihnimde değerlendirmeye alıp elimden geldiğince çözümlemeye çalışmıştım. büyük üstat arthur schopenhauer eserinin bu bölümünde şöyle diyordu: «doğumundan 5 dakika sonra ismine, milletine, dinine ve mezhebine karar verirler ve sen ömrünün geri kalan kısmını seçmediğin şeyleri savunarak geçirirsin.»
bu metni okuyunca beynimde bir şimşek çaktı, herhalde dedim arthur schopenhauer de bizler gibi çok zor ve sancılı bir çocukluk gençlik hatta yetişkinlik dönemi geçirdi ve tüm bu acıları yüreğinin imbiğinden damıtarak kağıda döktü, öyle bir isyan vardı çünkü sözlerinde öyle bir başkaldırı, bunu ancak bunları yaşayanlar bilir ve hissederdi, ben de hissetmiştim ve hemen hayat hikayesine baktım büyük üstat arthur schopenhauer'in; neler görmüş neler yaşamış ne acılar çekmişti de bunları yazmıştı üstat, çok merak etmiştim.
bakın ben hikayesini okuyana kadar zannediyorum ki arthur schopenhauer feodal ve baskıcı bir ailenin yanında yetişmiş, hayatta istediği ve arzuladığı hiçbir şey olmamış, hep başkalarının zoruyla ve itelemesiyle kendisine dayatılan hiç istemediği bu hayatı yaşamış ve yaşadığı acılarla yoğrularak büyük bir filozof olmuş, eserleri de çoğunlukla bu yaşadıklarının etkisiyle ortaya çıkmıştı, ben böyle olduğunu düşünüyordum ama nerden bilebilirdim arthur schopenhauer'in yalancı bir düzenbaz olduğunu? çünkü bu adam kelimenin tam anlamıyla şaşanın ve ihtişamın göbeğine doğmuş, bir dediği iki edilmemiş, el bebek gül bebek büyütülüp yetiştirilmiş biriydi arthur schopenhauer efendi, eserlerindeki bu isyankar ve hoşnutsuz tavır da hep bir götünü yiyim ayağıydı. bilmiyordum.
yani kızmayayım kızmayayım diyorum, bi cahillik etmiş de böyle konuşmuş diyerek kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum ama olmuyor olmuyor! be amına koydumun arthur schopenhauer'i annen polonya'nın kraliyet ailesinden gelen asil bir kadın olup kendi döneminin önemli bi yazarı, camianın ileri gelen sevilen bir simasıymış, goethe'yle falan dostluğu arkadaşlığı varmış mesela, eserlerini önce ona okutup düşüncelerini alıyormuş, öyle öyle seninle de ahbap olmuş, çevren hep camianın önde gelen isimleriyle çevriliymiş; baban desen doğduğun şehrin bir numaralı ticaret erbabı, süper zengin bi adammış; seni senin istediğin ve en kral eğitimleri alabileceğin okullara göndermiş, hatta en başta "kral istiyorsan git bi önce dünyayı dolaş hayatı yaşa, sonra gel nerede istiyorsan orada eğitimine devam et" şeklinde seçenekler de sunmuş sana, sen de fırsattan istifade hayta gibi hemen avrupa seyahatine çıkmışsın; sen de hollanda fransa ben diyeyim ingiltere isveç isviçre gitmediğin gezmediğin ülke kalmamış, her çiçekten bal emcüklediğin bohem bir gençlik macerası yaşayıp dönmüşsün memleketine, sonra babana "ben şurada okuyayım o zaman" demişsin baban da "hay hay" deyip oraya göndermiş seni, kafana göre okula gitmişsin gitmemişsin kimse sana "be amk sığırı kaç yaşına geldin neden adam olmuyorsun acaba neden bi sigortalı işe girip yuvanı kurup siktir olup gitmiyorsun hayatımızdan!?" dememiş, ne yapsan hep destek tam destek görmüşsün, gel zaman git zaman emr-i hak vaki olup da baban ölünce mirasına çöküp krallar gibi de yaşamışsın ama hala utanmaz arlanmaz gibi bıdı bıdı yapıyorsun yok ismine karar veriyorlar yok milletine karar veriyorlar yok kıl yok yün diye.
be kodumun patates kafalısı bak zorla konuşturuyorsun insanı, ismine karar vermeyeceklerdi de ne yapacaklardı, misal ne diye çağıracaklardı seni "hoop hemşerim" falan mı diyeceklerdi yavşak seni, arthur schopenhauer şeklinde leziz bi isim vermişler işte sana nankör göt daha ne istiyorsun? hadi diyelim ismini sen seç dediler sana, arthur schopenhauer'den daha iyisini mi seçecektin acaba? kesin siksok bir şeyler seçerdin kendine, çok eminim buna. belki de dieter hölzenbein gibi bir isim seçecektin kendine ve onu savunmak zorunda kalacaktın "vay efendim dieter hölzenbein isminin çok derin bi anlamı var şöyle şahane böyle süper bir isim, üstelik incil'de bile geçiyor cennetten düşen ilk filozof damlası anlamına geliyor dieter hölzenbein" deyip duracaktın kendini kandırırcasına ama arthur schopenhauer öyle mi, asalet akıyor isminden ama sen kadir kıymet bilen bir tip olmadığın için hemen şikayet etmişsin.
ayrıca ben daha sonra bunun birkaç eserini daha okudum hep aynı sikler var; sürekli bi şikayetler bi yakarmalar bi isyan hali, eğer adamın hayatını bilmiyorsan bi üzülüyorsun falan derdiyle dertleniyorsun, "lan demek ki çok çekmiş zamanında" diyorsun ama merak edip de biraz araştırınca anlıyorsun arthur schopenhauer denen nemrud suratlının ne büyük bir ikiyüzlü ve karaktersiz olduğunu, ha sadece schopenhauer de değil yanlış anlamayın, mesela o bahaneyle bunun dostlarından goethe'ye baktım o da aynı bok; o da süper bi hayat yaşamış ama onun da eserlerinde sürekli bi şikayet hali var, bence bu alman filozoflarda genel olarak böyle bir dalyaraklık hali var.
misal fransız filozoflar böyle değil; voltaire ya da ne bileyim descartes böyle değil mesela, onlar biraz daha gerçekçi; ne yaşamışlarsa onu anlatıyor adamlar, ayrıca bunlar almanlar gibi düz filozof da değil felsefe yapıyorlar ama bilim de yapıyorlar; eşit ağırlıkçı gibiler, hatta sayısalcı, arthur schopenhauer denen dalyarak bildiğin sözelci; bi sik olamayınca filozof olmuş adeta ama descartes çıkıp dese ki "ben bugün felsefeye tövbe ettim beyler felsefesinin de anasını sikeyim filozofunun da anasını sikeyim, en başta da aristoteles denen o yavşağın anasını sikeyim alsın götüne soksun peripatetik ekolünü yeter artık!" dese yarın université de paris'de işi hazır beyler, kpss falan da uğraşmaz ha gider matematiktir analitik geometridir dersini verip çıkar ay sonu da tertemiz alır maaşını ama bu almanlar hem niteliksiz hem de işleri güçleri bildiğin duygu sömürüsü amk başka bi numaraları yok, aralarında bir tek bastian schweinsteiger'i ayrı tutuyorum ama onun dışında çok hayal kırıklığına uğrattılar beni, en başta da arthur schopenhauer! yazıklar olsun sana arthur schopenhauer, ben seni böyle bilmezdim doğrusu, insanların duygularıyla bu şekilde oynamak hiç yakışmadı sana, çok üzdün ve incittin beni. ruhum örselendi. tenim acıdı. yazıklar olsun sana. yazık. evet.