sosyolog besim dellaloğlu'nun, türkiye'nin bitmek bilmeyen kendisi olamama ve başkasına benzeyememe sancısını hap gibi anlattığı, adeta memleketin ruhunun mr'ını çektiği analizin öznesidir ahmet hamdi tanpınar. gerek kişisel gerek fikir dünyasında modernleşmenin özeti gibi görülebilecek tanpınar'ın ikametgahının onlarca yıl muhafazakar cenahta kalması da meselenin özeti gibi zaten.
modernlik vs
modernleşmedellaloğlu'na göre bütün mesele bu iki kelime arasındaki devasa farkta yatıyor.
modernlik: avrupa'nın kendi içinde, feodalizmden kapitalizme geçerken, savaşlarla, devrimlerle, ticaretle, sanatla, felsefeyle, yani kendi kanıyla, canıyla, aklıyla yüzyıllar içinde organik bir şekilde yarattığı şey. bir nevi topraktan fışkıran bir bitki. önlerinde bir model yoktu, ne yaşıyorlarsa o oldular.
modernleşme: bizimki. yani "abi adamlar yapmış, biz de yapalım" diyerek, batı'da hazır olan ürünü bir kargo gibi alıp tepeden inmeci bir devlet projesi olarak uygulamaya çalışmak. dellaloğlu'nun tespitiyle bu bir hazımsızlık durumudur. avrupa'nın nesiller boyu sindire sindire yediği yemeği, bizim modernist elitimiz tek oturuşta yemeye çalışmıştır. sonuç? mide fesadı. burada önemli bir not; modernleşme projesinin aceleciliği, şekilciliği kolayca anlaşılabilecek ve hak verilebilecek bir iç güvenlik kaygısına dayanıyor elbette. güçlü devletlerin güçsüzleri yuttuğu, imparatorlukların parçalandığı, modernin modern olmayanı (endüstrileşenin endüstrileşemeyeni) sömürdüğü bir dönemde kimsenin "hadi tohumları atalım da 200 yıl bekleyelim" diyemeyeceği malum. yani bu acelecilik ve şekilcilik zorunlu bir durum olmakla birlikte hazımsızlığımızın etkilerini haliyle sıfırlamıyor.
bu yüzden bizimki bir
halka rağmen halk için projesidir. şekilcidir. şapkayı, alfabeyi değiştirmek, modernliğin ruhunu ve zihniyetini içselleştirmekten daha önce gelmiştir.
ve ahmet hamdi tanpınar;
işte dellaloğlu'nun analizinin kilit taşı, fetişizm derecesinde sevdiği tanpınar'dır. ona göre bu aceleci ve yarım yamalak modernleşmenin yarattığı trajediyi, ruh sıkışmasını, ne yardan ne serden geçebilme halini türkiye'de en iyi anlayan ve anlatan kişi tanpınar'dır.
yani tanpınar'ı okuduğunda, bu modernleşme projesinin bir tarafını (ne gerici ne de ilerici) değil, bizzat bu trajedinin yazarını okursun. tanpınar, "batılılaşalım" ya da "özümüze dönelim" diyenlerden değildir. o, bu iki dünyanın arasında kalmış
huzursuz ruhun,
saatleri ayarlama enstitüsü gibi bir garabetin nasıl ortaya çıktığının hikayesini yazan adamdır. bu iki dünyanın arasında otantik ve çabasız bir şekliyle gerçek manada modern bir yazardır ahmet hamdi tanpınar. organiktir. bir fikri, bir ideolojiyi, bir programı alıp onu toplumsallaştıran, kitlelerle buluşturan bir katalizördür. yani bir nevi köprüdür. bu aydın solcu da olabilir, kemalist de, muhafazakar da. mesele iktidara yakınlık değil, bir fikri ne kadar topluma mal edebildiğidir.