devrinde yaşamak istediğim, cümlelerini kendime ilham edindiğim, gözlerini görebilseydim eğer manalarının tefsirine vaktimi seve seve harcayacağımı bildiğim, nev’i şahsına münhasır bir insan, o da kitaplarındaki delilerden biridir, yüreğimde.
baskıları maalesef yeni yeni gündeme gelen muazzam kitaplarında görülür ki donkişotu her daim delilik timsali görmüştür. 1952 yılında kendisiyle yapılmış bir röportajda karakterlerle ilgili sorulan “yansımanız mıdır” anlamındaki klasik bir soruya da bu örnekle cevap vermiştir: “cervantes'in don kişot'u doğduğu zaman "don kişot kimdir?" diye sormuşlardır. halbuki cervantes olmasaydı don kişot olur muydu?”
deliliği ele aldığı ve mantıklı çıkarımlar yaparak gizli kapaklı methiyeler düzdüğü kitabı
çamlıcadaki eniştemiz olmasına rağmen
fahim bey ve bizde de- bir devam kitabı görüntüsü oluşturur vaziyette- deliliğe değinir durur.insanın deli olası gelir:
“onlarla görüşünce artık mücerret olarak insanların aklına, mantığına, muhakemesine itimat etmek gibi hiç caiz olmayan hafifmeşrepliklerden kurtuluruz”
*“sağırların yanında her zaman söylemeyi adet edindiğimiz sözlerin lüzumsuzluğunu duyduğumuz ve söylenmeye değer sözlerin azlığını idrak ettiğimiz gibi delilerin yanında da nice muhakemelerden vazgeçmek ve kabul edilmesi başka bir şuura ihtiyaç gösterecek şeyleri söylememek lüzumunu anlar ve susarız.”` :çamlıcadaki eniştemiz `
ki o herkeste farklı oranlarda da olsa delilik belirtileri sezer. ve der ki:
“insanlara verilecek en iyi nasihat ruhlarının deliliğinden kurtulmaya çalışmaları değildir. madem ki buna imkan yok, madem ki hakikatte böyle bir kurtuluş yoktur, insanlara verilecek en kıymetli nasihat bu delilikleriyle iyi geçinmek sanatı ve ondan istifade etmeyi bilmek hüneri olmalıdır.nice sanatkarların sanatları böyle ehlileştirmiş oldukları cinnetlerinden gelir.”
*eğlenceli bir adamdır da, sorgulamalarında gülmek zaman zaman mümkündür.“bir adamın kendi kendine akıllı demesinden ala delilik nişanesi olur mu?” diyerek akıl sahibi olduğunu söyleyenlere de çelme takar.
*albülhak şinasi hisar’ın bir eserinde bahis konusu olan fahim bey için dillendirdiklerini eserlerini her okuyuşumda kendisi için hissederim:
“ annemizin veya büyükannemizin açtığı bir eski zaman sandığı içinden nasıl gönüllerin derinden sezdiği ve hafif hafif bayıltıcı bulduğu bir ıtır duyulursa ekseriyetle bu sözleriyle sanki eski layihaları biraz saklamış bir takım kurumuş çiçekler, lavanta çiçeği torbaları, öd ağacı, gül suyu, çiçek suyu, amber çiçeği, kil, el sabunları, günlük ve tütsü gibi eski zaman kokan şeyler koklatmış oluyordu.” bu enfes kokular içinde hayalden, hakikatten, erdemden, güzellikten, en güzeli istanbul’dan, hasıl ı kelam hiç eskimeyen eskilerden bahseder..istanbulu önce ondan okumak sonra gezmek gerek. bu kadar da nettir yani durum.
o kadar az kitabı var ki, oysa şahsına yakışacak kimbilir kaç kitabı daha olabilirdi? okudukça bitmesinden korktuğum sayfalarına sarılıyım amcam.o sonsuz sayfalarına ulaşmak mümkün olmadığına göre, tekrarlara devamdan ele kalan başka ne çare?
doğumumdan on dokuz yıl önce vefat etmiş bir insanla benzer şeyleri hissediyor olmak duyguların tekerrürden ibaret olduğunu mu gösterir? yoksa yalnızca bizlerin benzer hayata tekabül edişini mi?
dilerim, sığındığı tüm düşleri bu dünyaya bırakıp hakikate göçtüğünde hayatı boyunca aklının derin sorgulamalarına set çekemeyip yorgun düşürdüğü yüreği, hani onun dediği gibi, hiç rüya görülmemiş bakir bir yatakta bakir rüyaların kucağını sığınak edinmiş huzurla ebedi evinde saadet içinde uyuyordur..
*