öncelikle çok fazla konsere gidebilen bir insan evladı olmayan ben şunu söyleyebilirim ki, doğmadan önce ciğerlerimi dolduran o acaip sıvıyı tekrar içime çekmiş gibi hissettim kendimi. ve ilk içime çekişte alıştım ona, biliyordum ki ona hiç yabancı değildim, hemen alıştım bir bütün olarak.
kulaklarım da aynı şekilde, kendilerini vücudumdan sıyırıp ruhuma doğru yolculuğa çıktılar, ruhum böylelikle duyabileceği ve hissedebileceği ne varsa, hepsini aldı, bir zerre bile bırakmadı dışarıda.
içimden bir ses sanki bana "konsere gitmeden önce sakın albümlerini dinleme" demiş gibi son zamanlarda hiç
the climb dinlemedim, iyi ki dinlememişim. konserde, dışarıdan baktığımda bütün
the climb şarkılarını doğuştan biliyormuş gibi gördüm kendimi.. özellikle
everybody knowsun benim için taşıdığı anlamı biliyormuşcasına elini uzattı gökalp, sesin ve hissin taşıdığı tüm elektriği transfer ettik ruhlarımıza..
konserin müzikal içeriğine gelince;
gayet
hissederek söyleyen bir
vokalist, rahat ve yaratıcı bir şekilde söyledi. gerçekten de hissettiği her halinden belliydi, belki konsere hazırlanırken onlarca defa söylediği parçaları sanki ilkmiş gibi heyecanla söyledi. seyirciyi gözden geçirdi çoğu kez, gözlerini kapattı kısa kısa zaman aralıklarıyla.. açtığında ise hepimizi teker teker gördü, ne gördüğünün farkındaydı aynı zamanda.. bu doğrultuda mütevaziydi de.
gayet
hissederek çalan bir
basist, soundundan taviz vermeyerek bütün varlığını ortaya koydu. sahnenin sol tarafı tamamiyle ona aitti ve davulcuyla paslaştı durdu. elleri o perdelerin üzerinde nasıl dans ediyordu, görmeliydiniz.. gitariste nazire eder gibi gezindi durdu, 5 tel birden sallandı o parmakların arasında.. zihni çevreleyen kalkan oldu, her yerimizi sarmaladı, konsantrasyonumuzun bir yerlere kaçmasını önledi..
gayet
hissederek çalan bir
gitarist, tek başına melodilerin krallığında tahta oturmuştu adeta.
telecasterın o müthiş tınısı, , işitsel orgazm yaşatan anlatılamayacak sesleriyle tüm konserde dikkatimizi çalıp durdu. oldukça zor ve teknik detaylarla donatılmış rifflerin nasıl arka arkaya sıralandığını ancak görsel ve işitsel bir senkronizasyonla anlayabilirdiniz, şimdi bile bunu düşündüğümde kendimi orada olduğum için şanslı hissediyorum.
ve gayet
hissederek çalan bir
davulcu. gördüğüm en enerjik, en rahat davulcuydu adeta. vakti zamanında şaşkınlıka ve zevkle dinlediğim partisyonları canlı olarak görebilmek beni çok memnun etti, davulun konser alanını yırtan hırçın seslerinin, kulaklarımın en ücra köşerlerinde yer ettiğini bilmek memnuniyetten başka bir şey ifade etmezdi sanırım. ayrıca, davul çok sevdiğim bir enstrüman olagelmekle beraber, bu yüzden davulcuya kıyak geçtiğimi düşünmeyin, o bütünün bir parçasıydı ve bütün gerçekten de sağlamdı.
sağlam bir bütünün
sağlam bir parçası olarak davulcudan bir adet
çatlak baget kapmanın ironisini de yaşıyorum aynı zamanda.
bütün olarak gayet
hissederek çalan
the climb, canlı canlı izlediğim en iyi konseri verdi.
sonuçta kulaklarımın meşgul olduğu oranda gözlerimin de meşgul olduğu bir konserdi. yeniden doğmuş ve oyun parkında en sevdiği oyunları oynayan bir grup çocuk gibiydiler, sevinç çığlıklarını dikkatle dinlemek, her hareketlerini izlemek kayda ve keyfe değerdi.
gerisinin geleceğini tahmin ederek benim için bu güzel konserin son noktasını koyuyorum`.`