1991 1992 sezonu avrupa şampiyon kulüpler kupası ilk tur ikinci maçıdır. maç psv eindhoven'in 2-1 galibiyetiyle sonuçlandı. (ilk maç : 1-1) *
maça hızlı başlayan beşiktaş, henüz 5. dakikada metin tekin'in ceza sahası sağ köşesinden vurduğu nefis voleyle 1-0 one geçti. sarı fırtınanın türkiye liginde bile atmasına alışık olmadığımız güzellikte bir goldü. van breukelen uzak direğe giden topa müdahale bile edememişti. oyunun temposunu kontrol eden ve atak oynayan taraf ilginç bir şekilde beşiktaş'tı. top metin'in ayağına her gelişinde güzel hareketler izleniyor, beşiktaş seyircisi heyecanlanıyordu. fakat metin'in sağ bacağındaki bandaj da dikkatlerden kaçmıyordu. maçtan önce sakatlığı nüksetmiş fakat bandajla zar zor maça çıkmıştı. adale sakatlığı ne de olsa. iki günde iyileşmesi pek mümkün değildi. nitekim korkulan oldu ve maçın ilerleyen dakikalarında metin saha kenarına gelip bacağını göstererek bıdır bıdır birşeyler anlatmaya başladı. ve nihayetinde de oyuncu değişikliği levhası kalktı. oyuna sezon başında büyük umutlarla transfer edilen ve o güne kadar gordon'un gözüne girmeyi başaramayan adam zeyer giriyordu. sarı fırtınanın yerini tutmazdı ama beşiktaş seyircisi ondan da çok umutluydu. bakarsınız bir tane de o atardı. hem polonya milli takımının değişmez solaçığı olduğu söylenmemiş miydi? beşiktaş'a mutlaka verebileceği birşeyler olmalıydı. biz zeyer'i ve yapabileceklerini tartışırken ceza sahasının birkaç metre dışından kazanılan serbest vuruşta vanenburg'un vurduğu top beşiktaş ağlarına doğru yola çıkmıştı bile. çok güzel bir frikik golüydü. vanenburg'un sağ ayağının içinden çıkan top falsolu bir şekilde barajın üzerinden aşmış, barajı geçer geçmez inişe geçmiş ve yavaşça süzülerek kale direğinin zeminle birleştiği noktadan filelere gitmişti. dakikalar 23'ü gösteriyordu. ilk yarı karşılıklı atılan bu harika gollerle 1-1 bitti.
ikinci yarıya beşiktaş ürkek, tedirgin ve güvensiz başladı. beşiktaş'ı biraz tanıyanlar ve başta da beşiktaş'lı futbolcular adeta psv'nin golünü beklemeye başladı. zambia'lı kalusha bwalya 57. dakikada bu bekleyişe bir son vererek psv'yi 2-1 öne geçirdi. bu dakikadan sonra kartal bulacağı bir golle maçı 2-2'ye taşıyabilse, herşeye rağmen turu atlayacaktı. zira psv golü attıktan sonra beraberlik için çaba sarfedilecek koskoca bir yarım saat vardı. ancak siyah beyazlılar, bu inanç ve kararlılıktan uzak bir oyun sergileyerek taraftarlarını bir avrupa macerasında daha derinden üzdü. (bkz: elenmeye inanmak) gerçi maçın son bölümlerinde rıza'nın rakip ceza sahası içerisinde ayağına basılarak düşürülmesi penaltıydı ama alman hakem vermedi işte. bu pozisyonda ayağına basıldığı için ayakkabısı çıkan rıza "devam" diyen hakemin üzerine bir elinde ayakkabısı olduğu halde seke seke öyle bir hışımla koştu ki bir an evladını terlikle kovalayan anneler gibi kramponu hakemin yüzüne çalacak sandım. neyse ki rıza'nın topal koşusu 5-6 metre sonra kendiliğinden sona erdi ve atom karınca sağ elinin işaret parmağını ayakkabı çekeceği gibi kullanarak ayakkabısını giydi ve söylenerek tekrar oyuna döndü.
bu macta özellikle polonya'dan büyük umutlarla transfer edilen kaleci jaroslav bako ve sol kanat oyuncusu adam zeyer, oynadıkları oyunla adeta sıçıp sıvadılar. bu yüzdendir ki maçtan sonra soyunma odasına inen birkaç yönetici bütün oyunculara teşekkür edip ellerini sıkarken kimse iki polonyalı'nın yüzüne bile bakmadı. bakmayın siz bu zeyer'in önadının adam olduğuna. ne futbolcu olarak ne de kişilik olarak adam falan değildi. vasıfsızın önde gideniydi. beşiktaş'a transfer olduktan birkaç hafta sonra gazeteciler atlayıp bunun evine gitmiş ve uzun soluklu, bol fotoğraflı bir röportaj yapmışlardı. bir sürü fotoğrafın ortak yanı zeyer'in kah parmaklarında kah dudaklarında fosur fosur tüttürülen sigaralardı. ulan hıyar ağası hadi sporcu olmana rağmen sigara içiyorsun o senin problemin ancak daha yeni transfer olduğun ülkede ve takımda biraz dikkatli ol da yarın öbürgün bok gibi oynadığında millet yüzüne tükürmesin. üstüne üstlük yine aynı röportajda jigolo gibi saçlarını dana yalamış tarzı jöleleyip dumanı objektiflere üflerken "polonya'nın en iyi oyuncusu benim" demez mi? pezevengin zoruna bak! tabii o sezon galatasaray forması giyen roman kosecki bu lafı tez zamanda yedirtti kendisine. "zeyer de kimmiş? ziober, furtok ve ben varken ona ne oluyormuş" diye kıçıyla tebessüm ederek hem de. gecenin bir yarısı bir polonya lavuğu yüzünden sinirlendim yine şimdi. neyse lahavle çekip yine maça dönelim. sakatlanan metin'in yerine oyuna giren zeyer o kadar kötü bir performans gösterdi ki gordon milne bu oyuncuya daha fazla tahammül edemeyerek yerine sergen yalçın'ı aldı. önemli bir avrupa kupası maçında, üstelik o dönem sadece 2 oyuncu değişikliği hakkın varken oyuna aldığın oyuncuyu geri çıkarıyorsun. tabii böyle lüzümsuz adamların beşiktaş'da top koşturabilmesini, işine çok saygı duyduğum gordon milne'in menajerlerle olan ilişkisine bağlamak istemiyorum. bağlarsam bir de ona sinirlenip maçı falan anlatmayı bırakacağım çünkü. gordon ile ilgili kafamdaki tek soru işareti de bu mevzudur zaten. 1992-1993 sezonunda da uruguay milli takım kaptanı diye getirdiği francesco'ya yüklüce bir bonservis bedeli ödenmiş, ancak milliyet gazetesi bu oyuncunun bonservisinin elinde olduğunu ve bonservis parasının menajerler ile birileri arasında kırışıldığını ortaya çıkarmıştı.
maç psv'nin 2-1 galibiyeti ile biterken beşiktaş taraftarı avrupa'da başarı rüyasını bir yıl daha rafa kaldırdı. aslında beşiktaş avrupa kupalarında başarılı sonuçlar alıp turlar atlamıştır. ancak karakartalın bugüne kadar kendisinden daha güçlü bir takımı elediği görülmemiştir. elediği takımların sayısı ne olursa olsun hepsi kendinden zayıf takımlardır. şöyle bir bordeaux*, manchester united* veya lyon* maçı yaşayamadık yani. denizlispor bile hasbelkader katıldığı avrupa kupalarında kendinden iyi takımları elemenin zevkini yaşamıştır.
psv: van breukelen- erik gerets, alex, erwin koeman, heintze- van tiggelen, leekens, vanenburg, romario (schepers)-ellerman, kalusha.
beşiktaş: bako-recep, gökhan, hamit, kadir-rıza, mehmet, turan, ali-feyyaz, metin (zeyer, sergen)
goller: metin (dk. 5), vanenburg (dk. 23), kalusha (dk. 57)