starbucks'ta sütlü kahve alabilir miyim diyen tip
Previous / Next (4) - Last Page (24)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

özgüvenine hayran kaldığım kişilik. ben bir kere büyük boy kahve istedim, grande mi mrande mi ne demek lazımmış. yerin dibine girip kendimi fakir bir orospu evladı gibi hissettim. 6 ay dışarıda kahve içmedim, ara sokaklardan eve gidip geldim. ana caddeye çıkmadım. grande ne amına koyum italyan mafya filmi mi çekiyoruz?
8 favorites - -
kaçak çay da isteyebilirim, para benim keyif benim.
bi bitmedi bu özenti sevdanız arkadaş. sen git adını bile bilmediğim kahve çorbanı istemek için ağzını bükerek sipariş ver. he kahve bardağının üzerine geri kalmamış bıdıkcan yazdırmayı unutma.
9 favorites - -
sütlü kahve alır.

biri ortaya bir öfke yemi atıyor, on yazar da ona cevap verme derdine düşüyor sonra sözlük çok bozdu oluyor. e yeme bu öfke yemini, müsaade etme trolün başlığının yürümesine.

bu da oksimoron bir entry oldu böylece.
1 favorites - -
görevli elemanın hazırladığı sütlü kahvesini alıp, yoluna bakar. derdi de buradaki boş zarfları konuşturur durur
3 favorites - -
evimin altında bir strabucks vardı, 7-8 yıl her sabah bir tane az sütlü filtre kahve dedim.
barista arkadaş her sabah mistomuz hazır biyolojik bey dedi ve ben bir kez bu misto kelimesini kullanmadım. her siparişimde az sütlü filtre kahve dedim.

şimdi bu mala bakarsan biz tip oluyoruz. defterini kitabını silktiğimin cahili.
cehalet hiçbir zaman bu kadar cesur olmamıştı.
bunların cesaretini silkip atmadıkça daha azacaklar.
amına qoduğumun cahili deyim ve geçin bunlara.
5 favorites - -
kahve çekirdeğinin dünyada tekeli olan bir zincir kahve firmasının türkiye’deki şubesinde türkçe bir dille “sütlü kahve” demenin zorbalandığı bir başlık açılıyor, vay anasını be. turquerie akımından günümüze geldiğimiz nokta gerçekten utanç verici. maalesef çağımızda bu kültürel erozyon kaçınılmaz bir son.

çok ülke gezdim, özellikle avrupa ülkelerini, ama kendi kültüründen, tarihinden veya dilinden bu kadar utanan tiksinen bir millet görmedim.

en basiti, italya'da bir mc donald's restauranına gittiğinizde içecek size kapağı açık ve pipetsiz bir şekilde servis edilir. çünkü italyanlar yemeği asla amerikalılar gibi ayakta yemez, yemeği aceleye getirmez, fast-food kültürleri yoktur, oturur masada yerler, içeceği bardaktan içerler. tıpkı başlığı açan suserin "cafe latte"sini ağız yoluyla içmesi gibi. hatta abd'den ve onun dayattığı kültürden de tiksinirler.
amerikan özentileriyle dalga geçtikleri napoli italyancasıyla yazılmış bir şarkıları bile vardır.

nescafe’yi kahve olarak tanımlamasından, yaşadığı ülkeden kültüründen utanan, bir z kuşağı suser’a ait olduğunu düşündüğüm başlık.

(bkz: oktay sinanoğlu)
(bkz: bye bye türkçe)

ekleme: başka bir suser (bkz: #179098941), numaralı entrysinde, starbucks'ta sunulan kahvelerin çok çeşitli olmasından dolayı barista, müşterinin hangi kahveden bahsettiğini anlamayabilir minvalinde bir yorumda bulunmuş. iyi de başlığı açan kişi bunu kastetmiyor ki, direk sütlü kahve diyen cahil ve geri kalmış diyor. benim takıldığım konu da bu zaten, ben neden dışardan ülkeye giren birine uymak zorundayım ki? o benim kültürüme uysun. ben niye sütlü kahve diyemiyorum? çünkü starbucks ve benzeri zincir şirketler ülkemize kuralsız kaidesiz langır lungur girdi, biz de onları aynen öyle kabul ettik. mevzu bundan ibaret.

yahu bir de müşteri kahve dükkanına gitmek için bütün kahve kültürünü bilmek zorunda değil ki? hele ki böyle tekelleşmiş bir kafeye girerken. zaten baristanın arkasında ekranda tüm menü yazıyor. bu kadar karmaşaya gerek yok, mesele çok basit. ayrıca sütlü kahve her yerde aynı anlama gelir, ama söylenişi farklıdır. italya'da cafe latte dersin, ispanyada café con leche dersin, fransa'da café au lait dersin, senin önüne, espressonun üzerine sıcak süt döküp fincanla servis ederler. eğer ki bundan farklı bi kahve istersen o zaman dersin, atıyorum ben filtre kahve istiyorum diye, sana allora çeker gider filtre kahve getirir.

e iyi de kardeşim türkiye'de bunun adını ne koyacağız? kahveye kahve denir, süte süt? ne diyeceğim baristaya? dostum bana çekilmiş kahve ve üzerine buhar ile ısıtılmış süt mü ver diyeceğim? ya da italyanca sözlükle mi gezeceğim?

bu 3. nesil kahve akımı çıktığından beri zaten insanlık bi sapıttı, basit bi espresso çekim kahve muhabbetini nerelere getirdiler. yok efendim kahveyi bilmem kaç barla kaç dereceyle bilmem ne filtresinden geçirirsek kahve çok farklı bi aroma alıyormuş. ulen kahve bu kahve be, sana allayıp pullayarak sattıkları çekirdeği sana starbucks satıyor haberin yok :)
2 favorites - -
sütlü kahve alabilir miyim diyen insana yüklenmek neyin egosu. menü ezberi sınavı mı bu, kahve kuyruğu mu. latte dediğin zaten sütlü kahve. adamın latte demesi seni barista yapmıyor, sütlü kahve demesi de onu köy kahvesinden fırlamış yapmıyor.

kimse kimseye tez yazmıyor. kahve içilecek, hayat devam edecek. bu doğru söyleyemedin, kültürsüzsün refleksi bizdeki küçük sınıf atlama tiyatrosu. bundan vazgeçin artık. dil pratik bir şeydir, anlaşınca biter.
5 favorites - -
moka yemenden gelir ama bize mocha diye satarlar. o açıdan düşünmek lazım belki bu “tipleri”.
1 favorites - -
starbucks evreninde türkçe konuşmak yasak olduğu için kırbaçlanması gereken kişidir. hatta bu evrende ingilizce bile yasaktır. starbucksça konuşması gerekmektedir!
1 favorites - -
yoklasan cebinde 100 lira yoktur, ama monaco prensi gibi havalar. olm daha düne kadar leğende yıkanıyordun kime bu havaların?

misal böylelerine sorsan anayasanın ilk 3-maddesi nedir bilmez, insan hakları evrensel bildirgesinden 5-madde söyle desen 1-tanesini bile bilemez, ama menüdeki bütün kahve cinslerini bilir. işte ben de böyle şeylere ayar oluyorum. midem bulanıyor bu özenti varoşluklardan. bunlar "kimlik yoksunluğu" çekmenin yan etkileri arkadaşlar. insanlar o kadar kimlik bunalımı yaşıyorlar ki markalara, telefon modellerine, ne biliyim kahve zevkine tutunarak bu boşluğu doldurabileceklerini sanıyorlar. işte bu kadar sığ bir kültür ekosistemindeyiz. kusura bakmayın, ama bu konuda sabah sabah lafı biraz uzatacağım. girim uzun kafa ütüleyici olabilir, şimdiden uyarayım.

bilmemek hiç ayıp değil. bu sadece kahve kültürü ile de sınırlı değil, herkes italyan kahve kültürünü bilmek zorunda değil ki güzeldir böyle egzotik renkler, hayatlarımıza renk katarlar. misal gittin gavur ellerde aç kaldın, bir çin resturanında buldun kendini. çin yemek kültürünü bilmek zorunda değilsin. garsona sormak, senin beğeni spektrumuna giren bir şeyde karar kılarken beyin fırtınası yapmak hiç ayıp değil. çin kültürünü inciği minciğine dek bilmemek senden bir şey eksiltmez.

nasıl ki herkes şarap uzmanı değil, herkes kahve kültürü bilmek zorunda değil. bu tarz yersiz eziklikleri cahil ergen yıllarında yaşarsınız, ama uzun sürmez. misal size yabancı bir kültür ekosisteminde buldunuz kendinizi, ne biliyim fransa'nın güney sahillerinde bir yerde zengin züppelerle şarap tadımı yapıyorsunuz. oluyor insanın başına her şey gelebiliyor. aha benim gibi bir dağ ayısı kendini bir bale gösterisinde bulabiliyor. oturuyorsun en ön koltukta siki daşşa tulum peyniri gibi sarmış adamların hoplamalarını zıplamalarını izliyorsun. oluyor bunlar hayatın olağan akışında. ha yetmiyor, gösteri sonrasında da toplu yemeğe gidiyor, bir anda şehrin sanat camiasının seçkin insanları arasında buluyorsunuz kendinizi. bir tarafında balerinler, bir tarafında ünlü bir piyanist virtüöz, iç sesin fısıldıyor; lan olm senin ne işin var burada. senin 9-kuşak eski deden kafkaslarda bir ışkiya idi. buyur napacan!

hiiiç öyle eziklik çekmeyeceksinizi böyle şeylerde. açık açık diyeceksiniz ki birader ben süzme bir hanzoyum hiç anlamam şarap olaylarından, mağaradan henüz çıkmış bir adamın ağzına layık bir şey ver. bitti bu kadar. bunu söyleyerek de müthiş karizma yaparsınız.

ben yapıyorum bunu, hatta çok aşina olduğum, içinde yüzdüğüm niç*'lerde yapıyorum bunu çok sarıyor. bir bakıma trollüyor çok eğleniyorum. size komik bir anımı anlatayım;

bir gün eski çalışma arkadaşları dediler ki bi toplaşalım sohbet edelim. yeri onlar belirledi, bana da konum attılar. gittim şehrin ortalama bir semtinde bi kafede toplaştık. öyle ist'un lüks bi semtinde değiliz. ortalama/fukara bir yer anlayacağınız. ben bazen küçük yaramazlıklar, sosyal deney yapar trollerim. küçük öküzlükler yapar ve bundan son derece keyif alırım. hatta bu yüzden eski sevgililerimin bana taktığı; "öküz, öküzün önde gideni, deve, devenin çift hörgüçlüsü, arc maester öküz" gibi güzide ünvanlarım vardır ve bu nişanları gururla taşırım hala. benim espri anlayışımı hiçbirine anlatamadım. bazen sözlükte de yapıyorum bu öküzlükleri de bazı arkadaşlar beni anlayamayabiliyorlar, çok üzülüyorum.

neyse ne diyordum garson genç bir kız çocuğu geldi siparişlerimizi almak için, ben de o sırada hararetle bi konu anlatıyorum. bizimkiler bişiler dediler latte matte kapçino kolpaçino, ben de dedim kızım çay tazeyse ver yoksa taze olduğunda getir. çay'ın anayurdunda doğmuş büyümüş bir laz'ım ben. çaydan başka içki, kargadan başka kuş tanımam. arkadaşlar dedi, buranın kahvesi güzeldir bi dene. mekanın ne olduğunu bile bilmiyorum. sıradan mahalle arası bi kafe işte ne biliyim. aslında ben kahve sevmem içmem. millet kahvenin nesini sever anlamış değilim. türk kahvesi dahil hiçbir kahve türünü sevmiyorum. aynı şekilde ekşi erik de sevmem. insanların bu tuhaf zevklerine de anlam veremem açıkçası. olm ekşi erik yenmez ki. nesini seviyorsunuz bunun. daha ham o. bi kere bu doğanın işleyişine aykırı. ağzınız burnunuz buruşa buruşa yiyorsunuz bi de. bence sizde bir arıza var swh. neyse kahveye dönelim. kırk yıldan bir misal bir espreso içerim, hocam reaktör gibi gereksiz bir enerji patlaması yaşıyorum. oturduğum yerde koşuyorum. benim uyarıcıya ihtiyacım yok ki. zaten yeterince o şeyden var bende. uçak benzinine çakmak tutmak gibi bir şey oluyor bu. ben çaycıyım kardeşim, çay içerim hacı dedeler gibi. yine misal kahve içtiğimde, o gün yediğim içtiğim hiçbir şeyden keyif almıyorum. ağzımın tadı gitmiyor bir türlü. gündüz içtiğim kahvenin tadı gece yarısı bile bırakmıyor peşimi, içtiğim viskiyi bile mundar ediyor. sevmiyorum işte kahve.

velhasıl kızcağız soruyor, ne içersiniz; dedim; "kızım madem çay yok sen bana o zaman bir nescafe ver" ahahah

hocam kızın bakışını göreceksiniz, sanki hayatında nescafe duymamış gibi şaşkın şaşkın bakıyor. e kızım kağıthane esenler güngören'de oturan fukara bir ailenin çocuğusun sanki bilmiyorum. evde üçü bir arada içiyor anne baban. niye böyle fransız asilzadesi gibi şok geçiriyorsun. işte ben bu sahneleri görmeye bayılıyorum ahahah.

yakın zamanlarda ist'da büyük bir iş toplantısı yaptık. ben senelerdir remote çalışıyorum, yarı zaman ist yarı zaman memleketim, ata topraklarımda geçiriyorum. atalarımın kültürünü de kıvançla omuzlarımda taşıyor ve her yerde de yerel renklerimi yansıtmaktan keyif alıyorum. neyse 40 kişi civarı kalabalık bir toplantı yaptık bir plazanın bilmem kaçıncı katında, sonra gittik lüks bir resturanda yemek yiyeceğiz. yanımızda rus işadamları yerli yatırımcılar, üst düzey yöneticiler, para içinde yüzen, gerçekten memleketin elit katmanından gelen insanlar da var. beni çok da olmasa uzaktan biliyorlar, neredeyse her gün google meeting toplantılarda konuşuyor görüyoruz birbirimizi, ama ilk kez yüz yüze geliyoruz. normalde böyle durumlarda insanlar ki özellikle ekonomik orta/alt sınıftan gelen insanlar ezilir, kılıktan kılığa girer, rol yapar kendilerine ait olmayan bir kimliğe bürünüp sunum gayreti içinde olurlar. misal hayatı boyunca gidemeyeceği bir lüks mekana girdiğinde sanki ecdadından beri böyle yerlerde yaşıyormuş gibi bir kisveye bürünürler. ben de işte bunun tam aksi yaradılışta bir insanım. hatırlarsanız eskiden bir ara futbolda duyduğum ve çok güldüğüm bir espri vardı; "sabri modern futbola tepki olarak doğdu", "bizim gördüğümüz, sabri'nin gördüğü" gibi bir dizi espriler vardı sabri'yi tanımlayan swh. he işte ben de başka bir sabri'yim. bu tip şeylerden acayip rahatsız olurum, tam aksine hareket ederim. hani misal başınıza geliyordur ki benim çok başıma gelir; cuma günü öğle saatlerinde mahalle içinde bir yerden bir yere yürüyorsunuz. tam o sırada öğle ezanı sela okur, ve caddede onlarca kişi aynı yöne doğru nehir gibi kalabalık kümelerle hareket ederler. kortej gibi bir görüntü olur. bi sürü insan bir yöne doğru yürüyorlar, dersin ki devrim yapmaya gidiyorlar, he işte ben böyle sahnelerde kalabalığın aksi yönünde, ters şeritte ilerleyen, "lan olm biz hepimiz bu yönde gidiyoruz, sen nereye gidiyorsun?" bakışlarını üstüne çeken biriyim. asla kalabalığın yürüdüğü yönde yürümem. eğer bir gün toplumun büyük çoğunluğuyla hemfikir olduğumu görsem, onlarla aynı yönde yürüdüğümü görsem, kendimden şüphe eder, u-dönüşü yaparım. bu da benim doğuştan gelen bir arızam işte.

efendim neyse, boğazda seçkin bir resturan, sohbet eğlence yapıyoruz. benim hemen solumda türkçe'ye çok hakim bir rus yatırımcı, sağımda türk yatırımcı ki bunlar yüzmilyonlarca doları ayağıyla süpüren insanlar, yöneticiler falan oturuyoruz garson geldi. bu arada şunu da söyliyim ben sık görebileceğin bir adam değilim. mağaramda yaşarım, çok az insan görürüm. bu toplantı öncesinde bana defalarca "gel bir tanışalım" diye ısrar etmişlerdi de işte denk gelmemişti bir türlü. gıyabımda; "ayder yaylasında, ovid yaylasında kod yazan dağ ayısı deli" şeklinde bir intibah yaratmışım. onların gözünde her gün kahvaltıda anzel balı, halis tereyağı alabalık yiyor, işte ne biliyim memleketin bütün güzelliklerini dibine kadar sömüren, ama şehre inmeyen bir ayı olarka bakıyorlar bana swh. bu tarz espriler baya yapıldı öncesinden. bu yönde değişik bir karizma yapmıştım.

ne diyordum, garson kız geldi, "ne arzu edersiniz?" dedi. bişiler bişiler istedim unuttum, ama bi ara kız anlamadığım bir şey sordu. bu arada benim yemek kültürüm öyle iyi değildir, zaruret olmasa inanın hiçbir şey yemem, kan şekerim düşene dek acıktığımı bile hissetmem. ne diyordum bu zarif hanım, bir sos mu işte ne biliyim öyle küçük bir ayrıntı sordu, "nasıl arzu edersiniz?" babında. dedim; "kızım ben dağdan yeni indim, henüz üstümde bi yabanilik var. böyle ecnebi şeyler söyleme, ilk kez gün ışığına çıkmış yabani danalar gibi ürküyorum. sen bana uygun bi sos ayarla. sana güveniyorum" hocam millet gülmekten öldü bütün masa yıkıldı. he diyebilirsiniz yaş, işte ne biliyim profesyonel alanda sivrilmiş olmanın konforu rahatlığı var diyebilirsiniz, değil efendim. ben velet zamanlarımda da böyleydim. geçmişte bir üçüncü dünya ülkesinde büyük bir proje çalışması yapıyorduk yıllar evvel. yaş 30 bile değil. devlet başkanının sağ kolu küstah bir generale onlarca kurmayı içinde siktir çekmiştim. o bir hafta süreyi, ta ki thy yolcu uçağı, o güzelim being-737 yerden havalanana dek, "olm ömrünün geri kalanını bu 3. dünya ülkesinin bir zindanında geçirebilirsin" düşüncesiyle geçirmiştim. böyle ters bir tarafım da var. sen generalsen benim 9. kuşak dedem de tüy alan bir eşkiya idi. ha sonra ne oldu o general bana patron üstünden 1-spor araba rüşvet teklif etmişti. general meneral demem, hem postayı koyar hem de yatırım altıma. büyük büyük dedemin ışkiya olduğunu söylemiş miydim swh.

velhasıl özetle ne diyordum. rahat olun arkadaşlar.
3 favorites - -
Previous / Next (4) - Last Page (24)