one battle after another
Next (2) - Last Page (2)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

ben ne izledim biraz önce ?
berbat bir film hiç uzun uzun senaryo, çekim oyunculuk vs yorumlamayacağım.

arkadaşlar okuduğunuz hiç bir olumlu yoruma bakmayın imdb puanına bakmayın berbat ötesi bir film zamanınızı çöpe atmayın

film aslında giriş sahnesinde askerin ya..gını göstererek sizi ya...k gibi bir şey bekliyor tadında uyardı. tam o sırada salondan çıkmak gerekiyordu.

burada sanat sepet cihangir tayfanın yok sinema daha ölmedi bu bir başyapıt yok derin anlamlar yok bilmemne yorumlarına bakmayın abicim. bu entry zamanınızı çöpe atmamanız için bir uyarıdır. sevap işleme adına sizi uyarıyorum izlemeyin
2 favorites - -
10 uzerinden 9 vererek yarismaya katildigim fiomdir. tesekkurler pta.
0 favorites - -
en çok güldüğüm paul thomas anderson filmi oldu. iyi bir komedi macera filmi bana göre. bob'un şifreleri hatırlayamadığı ve kanırtıldığı bölümlerde çok güldüm. o seslerden biri de jena malone'a aitmiş bu arada.

uzaktan dalga dalga görünen yolları giderken de o şekilde görmek zordur. o hissi olduğu gibi vermesini sevdim yönetmenin. çocukluk zamanlarımdan bana ait bir şeyin aslında evrensel olduğunu anladım gibi oldu. yine de şahsi bir gariplik yaşattı.

sean penn'e bir adaylık kesin gelir. chase infiniti'yi yazdım bir kenara. regina hall kısa ama etkiliydi. mystic river'daki marcia gay harden'ı anımsattı biraz bana. az göründü ama hep bir duygu yoğunluğu vardı. willa ile ilk karşılaşmaları duygusaldı.

müzik bir yerde çok boğdu. yeter artık kopsun dedim şu ses bandı. parçaların spotify'da falan kaç dakika uzunluğunda olacağını düşünürken yakaladım kendimi.

kitap thomas pynchon'ın vineland romanının oldukça serbest bir uyarlaması. bu kitaptan esinlenilmiş sadece. jenerikte adapted değil inspired yazıyor.

jenerik demişken jenerikte giovanni ribisi'ye de teşekkür ediliyor. bunun nedeni filmin çekildiği vistavision kameralarına karşı ribisi'nin özel bir ilgisinin olması ve bunları restore etmesiymiş. bu film de tamamen vistavision ile çekilmiş.

sıkılacağıma dair bir hisle gitmiştim. etkilenmemek için de öncesinde bir şeyler okumamıştım filme dair. bu kadar tempolu ve eğlenceli bir film beklemiyordum. günümü güzelleştirdi.

bu arada vizyonda alican yücesoy'un da oynadığı bildiğin gibi değil var. pta'nın bir önceki filmi licorice pizza'nın vizyonda olduğu dönemde de yine alican yücesoy'un oynadığı locman filmi vizyondaydı. bu da böyle gereksiz bir bilgi olarak yerini alsın.
3 favorites - -
abartıldığını düşünmediğim ama yüzyılın filmi olduğunu da düşünmediğim akarak giden kendini çok tatlı izleten son dark comedy filmimiz. kendilerine giydire giydire çekmişler, özgürlükler ülkesi böyle bişey işte *
“…and the oscar gooooes toooo sean penn“ olacak kesinlikle. leocum var diye gittik, ancak sean penn ben varken leo da kimmiş yahu dedi filmde, harika oyunculuk, herkes gibi ben de bayıldım.
ve tabii ki otoban sahnesi. çocukluğumuzun karacabey boğaz yollarında düşük bütçelisini çektirirdi babam bize de arka koltuktayken, bu olayı ilk defa sinemada gördük, teşekkürler anderson abim
4 favorites - -
ekşi sözlük hiç bir siki beğenmeme kulübü üyelerinin yazdıklarına bakmaksızın gidin izleyin. di caprio'nun oyunculuğu filmi tek başına alıyor götürüyor. en sevdiğim sahneler tabi ki araba sahneleri oldu. mükemmel çekilmiş.
1 favorites - -
90'larda, 2000'lerde çıkan efsane filmler bu kadar hype'lanmıyordu çünkü sosyal medya yoktu. gerçi buna rağmen organik biçimde amına koydular piyasanın, ne filmler çıkmış be. şimdi ise tüm filmlere daha vizyona girmeden otomatikman kült film muamelesi yapılıyor. olm daha kim izledi ki kültü oluşsun filmin amk. bir şey çok hype'lanıyorsa bilin ki orada sikiş var.

film güzel mi, güzel. balon gibi şişirmeye gerek yok yani, sinemada izlemelik kaliteli çerez aksiyon filmi. nesiller boyu dilden dile övülecek bir şey değil iddia edildiği gibi. mix bir pazarlama stratejisi yapmışlar sadece, hem iyi film hem de vur-kaç.

sana puanım 7 kanka.
2 favorites - -
paul thomas anderson'ın sinemanın ortasına adeta ideolojik atom bombası bıraktığı ve gelecekte kült filmler arasında yer alacağına inandığım başyapıt. film, hem biçimsel hem de politik olarak bu yılın en tartışmalı işlerinden biri olacak gibi görünüyor.

--- spoiler ---

filmin ilk on dakikası seyirciye kasıtlı bir rahatsızlık veriyor. benim gibi önceden filmle alakalı bilgiye sahip olarak sinemaya geldiyseniz sizi oldukça şaşırtacak bir "amuse-bouche" ile karşılaşacaksınız. pta burada rahatsızlığı bir anlatım aracı olarak kullanıyor. filmin geri kalan kısmında görmeyeceğiniz bir mainstream anlatımla sizi hem rahatsız ediyor hem de dünyasının içine alıyor. perfidia karakteri bu anlamda filmin merkezinde bir provokasyon nesnesi gibi duruyor. siyahi, kadın, özgür ve fazlasıyla woke bir figür. fakat film onu ne yüceltiyor ne de lanetliyor. aksine, çelişkilerini, zaaflarını ve boşluklarını olduğu gibi sergiliyor.

hikaye ilerledikçe, film biçimsel olarak bir kovalamaca anlatısına evrilse de arka planda pta'nın yerleştirdiği ideolojik atom bombasının saati tiktak etmeye devam ediyor. pta film boyunca taraf tutmuyor, tarafları adeta enginer gibi soyuyor. woke kültürün içi boş sloganlarını da, ırkçı beyaz sağın paranoyak söylemlerini de eşit ama aşırı karikatürize bir mesafeden deşifre ediyor ve kucağınıza bırakıyor. sonunda geriye sadece meksikalı, siyah kuşak "sensei" lakaplı karakterin sessiz, kişisel devrimi kalıyor. film, “devrim”in bağırarak değil, dalga dalga ve sessizce yapıldığını söylüyor adeta. belki de söylemiyor... bu filmin ideolojik pozisyonu merkezin hemen sağında veya hemen solunda olsa da ne tarafta olduğunu kavramak için biraz sindirmek ve belki de birkaç defa daha izlemek gerekecek. ben tam çözemedim yani...

bu çözemediğim pozisyonla alakalı beni şüpheye düşüren önemli bir detay var; filmde, seyircinin tansiyonunu yükselten, itirafçı olup hikayenin akışını belirleyen iki "kötü" karakter var: biri siyahi, lohusa bir solcu kadın; diğeri trans bir ergen. bu karakterlerin temsili, filmdeki ideolojik karmaşanın bilinçli biçimde inşa edildiğini gösteriyor ancak iki karakterin de dengesiz biçimde sol pencereden seçilmiş olması düşündürücü. hani dedim ya, bu film bir tarafa hizmet ediyor ama ne tarafa...

finalde yer alan otoyol sekansı da ayrı bir paragrafı hak ediyor. yalnızca teknik olarak değil, duygusal yoğunluğu bakımından bana göre sinemanın tarihinin en etkileyici sekanslarından biri. izledikten sonra akla gelen ilk düşünce şu oluyor: pta, bu sahneyi filmin bir parçası olarak değil, adeta tüm yapının çıkış noktası olarak tasarlamış; sanki bütün film o birkaç dakikalık sekansın varlığına gerekçe oluşturmak için yazılmış.

--- spoiler ---

filmle ilgili haklı eleştirilere gelirsek; bu film, izleyicisinden entelektüel bir zemin talep ediyor. tarih, sosyoloji, siyaset veya amerikan politikaları üzerine asgari bir bilgi birikiminiz yoksa size sadece başarılı bir aksiyon filmi sunuyor pta. tenet nasıl sinemanın “sayısalcı” aklının ürünüydü, one battle after another da onun “sözelci” karşılığı gibi.

özetle, güzel film. john wick izleyicisine de hitap ediyor, tarkovski izleyicisine de. iki uçtaki izleyici kitlesine de dokunmak da zor iştir. bence başarmış.
3 favorites - -
sinefilleri mest edecek bir teknikle çekilmiş film, gözlerini yönetmenliğimle kör edeyim ki ne kadar içi boş bi senaryo olduğunu anlamasınlar demiş herhalde. kısmen başarılı da olmuş. hele ki o yol sahnesini sinemada seyrettiğim için çok şanslı hissediyorum kendimi. buradan sonrası spoiler;

--- spoiler ---

mülteci problemini anlatayım, woke kültüre çakayım, devrimcileri göstereyim filan derken her şeyi anlatmaya çalışan mahsun kırmızıgül paniği yansıttı bana film.
öncelikle devrimcilerden bahsetmek istiyorum, böyle karikatürize “devrimcileri” anca hollywood yazardı zaten. yaptıkları eylemler sebebiyle diyebilirim ki tamamen narodnik bir örgüt gördük. herhangi bir yapıda bir ay bile örgütlü kalmış herhangi birini yer yer sinirlendirecek, yer yer de güldürecek bir örgüt yapısı izledik. sikko şifreleri unutacak kadar örgütten uzak kalmış, uyuşturucu bağımlısı olmuş bir adamın hala yapının içinde olduğuna inandırılmaya çalışıldık, “büyük kahraman” edalarıyla ona saygı duyulduğunu gördük. bu büyük kahraman, “yoldaş”ıyla rezillik ve yozluk içinde bir ilişki yaşamış, o yoldaşı ihbarcı olmuş, kendisi de uyuşturucu bağımlısı olmuş ve örgüt dönüp de ne tek bir eleştiri getirmiş bu adama, ne bir önlem almış. saçmalık. kardeşim bu örgüt hastanelere, karakollara kendi adamlarını koyabilecek güçte ve büyükse madem hala, bu adam neden kızının dövüş hocasına sığınıyor? hiç mi onu saklayacak, yardım edecek yoldaşı yok? varsa ve bu adam hiçbirini tanımayacak kadar örgütlü yapıdan uzak ve teslim olmuş bir hayat yaşıyorsa, ne demeye hala örgütün elmasıymış gibi muamele görüyor?
esrar yetiştiren rahibeler (ki güzel bir detaydı) bu devrimci örgütle dirsek teması içinde? hangi örgüt bu kardeşim, nerenin sosyalizmi bu, nerenin marksizmi? devrimci örgütleri korsan eylemlerle arada bir sağı solu patlatan gerzek sürüsüne indirgeyen hollywood sinemasını reddediyorum ya… isimlerinin önüne arkasına pussy koyan feministler seyrettik, kürtaja tepki verdiklerini ve bize “kız kardeşlik” vurgusu yaptıklarını gördük. başka da bi numara göremedik. biraz da buraya göz kırpalım diye konulmuş rezillik ötesi bir detaydı o kadınların feminizmi. nerenin feministleri bunlar, pussy deyip durduklarına göre mesela post modern değiller belli ki, konuşmalarındaki bilinç düzeylerine de bakılırsa liberal feministler. liberal feministlerin silahlı eylemliliği? omg. keşke bu insanlar devrimci bi örgüt olacağına sisteme öfkesinden birkaç bombalı eylem organize etmiş üniversite arkadaş grubu olsalardı, yine aynı hikayeyi yazardın kendini de rezil etmezdin pembe götlü amerikalı anderson. seyrederken öfke bastı ya, bilmediğiniz sularda yüzmeyin kardeşim.
göçmenlerin göz yumulamayacak kadar var ve gerçek olduğunu başarılı şekilde anlatmıştı film. ama hepsi bu kadar. belli ki politik film çekmeye niyetlenmişsin, kimse sana didaktik anlatımla bu soruna çözüm göster de demiyor ama var olanı gösterince de öyle sandığın gibi politik olmuyorsun. dünyayı anlamaya değil, değiştirmeye çalışmak lazım.
diğer başlıklara geçecek olursam, lockjaw ile siyah kadının arasındaki o “şey” neden ve nasıl başladı, kadın sapkındı ve kendinden daha sapkın adama mı çattı, madem zaten ötecekti adamla neden yattı, ha canı çekti adamı beğendi desek neden evi terk ederken bu pussy sana kapalı yazıp gitti? bu ikili arasındaki ilişki hiçbir temele dayandırılmamış, saçmalıklar silsilesi. kızlarının gerçek babasının leo olmadığı ortaya çıktı da neye hizmet etti mesela? leo bu gerçeği öğrendi mi, öğrenmediyse kızın dilemmalarına dair bir an görmedik, öğrendiyse ilişkilerinin neden hiç yara almadığına dair bir an da görmedik.
bu noel babalı örgütün hitler dokundurmaları çiğ ve iticiydi, kaç yaşındasın anderson 13 mü? lockjaw kişisinin bu adamlar tarafından vurulduğunu anlamayıp oraya geri dönmesini mi izledik, yoksa bile bile bu sistemin içinde kaybolmaya gitmesini mi izledik mesela? filmde izlediğimiz yapıların temsil ettiği değerler-cenahlar çok yerli yerinde gibi ama içleri boş. fikirlerin hepsi ham haliyle çok iyi ama onları biraz dallanıp budaklandırmaya çalışınca bok edilmiş bence. politik bilinçle değil “plastikleri geri dönüştürelim canımız dünyamızzz” seviyesinde bi dünya görüşüyle politik film çekmeye çalışınca böyle oluyor demek ki.
--- spoiler ---
1 favorites - -
top rated movie 127 ile imdb' de estirmektedir.
0 favorites - -
kusmuk bir film
1 favorites - -
Next (2) - Last Page (2)