insan, en yuksek sesle reddettigi ihtimallerin en derin kuyusunda sinanir.
“ben asla aldatmam” diyen, gun gelir sadakatin tum yeminlerini bosa cikaran bir anin ortasinda bulur kendini. kalbinin ritmiyle vicdaninin sesi kavga eder; bir tarafta yillarca kurdugu ahlaki kaleler, diger tarafta bir bakisin karsisinda coken butun sular.
“bir insan boyle birseyi nasil dusunebilir” der, sonra bir gun evli bir kadinin onu bastan cikarmasina engel olamaz, onda kendi eksik ruhunun yarisini gordugunu sanir. iste o an anlar ki, yasak olan yalnizca baskasinin degil, kendi icinde bastirdigi arzunun aynasidir. toplumun laneti, vicdanin cigligi ve kalbin susmayan fisiltisi ayni anda bogazina coker.
“ben yalan soylemem” diyen, en buyuk yalani kendine soyler: “kontrol bende.” halbuki arzunun eline dusmus, kendi ellerini baglamistir. dudaklarindan dokulen her “iyiyim”, icindeki parcalanmanin ustune atilmis ince bir ortudur.
kinamak, insana kendi golgesine tas attirmasidir. ama golge tasla parcalanmaz; buyur, geri doner, en parlak gununun ortasinda uzerine coker.
aldatma, yasak ask, yalan… kisi hangi ihtimali kucumsediyse, kader tam da oradan kapiyi calar. cunku her yargi, aslinda icimizde bastirilmis arzunun isaretidir.
ve gun gelir, yargiladigin kisinin hikayesi senin hikayene donusur.
kimse bilmez, kimse anlamaz sanirsin. ama sen bilirsin: baskasini kucumseyerek kurdugun cumlelerin, bir gun kendi alnina yazilacagini.
iste o an, anliyorsun: kinadigin, baskasinin gunahi degil; senin ertelenmis sinavindir.
bu sinavdan basarili cikan, golgesiyle yuzlesmeyi ogrenir; arzularinin, zaaflarinin ve yalanlarinin uzerine perde cekmek yerine onlari tanir, kabul eder. boylece karakterinde bir derinlik, hayata bakisinda bir bilgelik dogar.
basarisiz cikan ise ayni girdabin icinde tekrar tekrar donmeye mahkum olur; her yargisi bir sonraki cokusu icin habercisi haline gelir. ve hayat, onun karakterini guclendirmek yerine yavasca asindirir, icini bosaltir.
katilin mutlaka olay mahalline tekrar geri dönmesine benziyor mantık olarak biraz.
ironik ama gerçek.
şunu çok kınıyorum (özellikle bu renk ve bu donanımlar olanı) :')
***
asla yapmam dediğini seve seve yaparsın. asla gitmem dediğin yere koşa koşa gidersin.
büyük konuşmamak lazım gerçekten.
bu yaşanıyor evet ama ben bunun ilahi bir ders verme düzeninden çok zamanında o büyük cümleleri ve yargıları söylerken çoğunlukla burnundan kıl aldırmayan, her şeyi çok bildiğini zanneden gençler olmamıza bağlıyorum.
gençken hep siyah - beyaz dünyamız oluyor, bir " en doğrusunu ben bilirim, sen ne anlarsın" tavrı, " ben bunu asla yapmam" kesinliği var üstümüzde ama yaş ilerledikçe görüyorsun ki hayatta bir sürü gri var ve sen de o siyah - beyaz insan değilsin artık.
o gri alanlara girmenin konforu / düşünmediğin rahatlığı, yapmam dediğin şeyle karşılaştığında değişen bakış açın, yaşam şartların var. zaman içinde değiştin çünkü. işte 20'lerinde asla yapmam dediğin şeylerle ilerleyen yillarda hayat içinde karşılaşınca " ya aslında yapılırmış " diyerek yapıyorsun. benim de atıp tuttuğum, o büyük laflarımi yutarak yapmışlığım vardir çünkü artık 20'li yaşlarındaki o çok bilmiş değilim.
ilahi adaletten değil, hayatı tanımayan biri olduğun için yaşıyorsun bunu çünkü herkes değişiyor ve denk gelince her şey yaşanıyor.
özel jet sahiplerini atmosferin içine ettikleri ve küresel ısınmaya sebep oldukları için kınadığımdan başıma gelmesinden çok korktuğum olay.
bir gün jet sahibi olmayı düşünemiyorum. ozon tabakası, küresel ısınma, hayır… uçakları uzak tutun benden…
net geliyor.
hayatım boyunca tatava yapma, bas geç modundaydım. hayatımda ilk defa bir duygu hissettim, ilk defa aşk acısına benzer bir şey yaşadım, ilk defa yüzsüzlük yapıp gidemedim… sanırım hâlâ da gidemiyorum.
neyse, her şey bir ders, bir süreç. en azından yaşıyorum, tecrübe ediyorum, bu süreçte de kendimi ve zaaflarımı gözlemliyorum.
bu sırra erdiğimden beri başıma gelmesini istediğim her şey için kınayan cümleler kuruyor ama ne hikmetse olduramıyorum:)
ağzından çıkanın yakana yapışmasıdır. kınadığım her şeyi itinayla yaşarım, o yüzden artık iç sesimi bile susturmaya çalışıyorum.
neredeyse yuzde yuz isleyen bir sistemdir.
o nedenle dedikodu yaparken bile dikkatli olun derim.
sizin bir insani yargilama hakkiniz (eger suc islendiyse ve siz yargi makamindaysaniz gecersiz tabii) yoktur.
aslinda cok ilginc bir konu bu.
soyle bir dusunursek, okudugumuz romanlar, izledigimiz diziler/filmler, dinledigimiz sarkilar hep bu minvalde doner.
demek ki insanlar birilerini kinamasa bu sanat eselerinin hicbiri var olmayacakmis.
boyle de ilginc bir absurtluk var isin icinde.