birbirinden değişik kurallarına kafa yormadan, olduğu gibi kabul edip öğrenmeye baş koyduğum dil. burada da daha önce yazılan okunuşla ilgili belirli harfleri kafanıza oturttuğunuzda okuması çok zor gelmiyor. "r" sesini çıkartmak gerçekten zor, h ve ğ arası bir şeyle idare ediyorum ama yapabilenleri takdir ediyorum.
yeni başlayanlar için
dualingo dışında faydalandığım uygulamaları da ekleyeyim, belki işinize yarar:
(bkz:
falou)
(bkz:
tobo french)
(bkz:
le la)
mabel matiz yine cesur, yine oyunbaz.
ko shin moon nasıl gerçek, nasıl hayalbaz.
sadece müziği saatlerce tekrar tekrar dinleyebilirim derken "o cici toy bebe onun nesine?" diyor mabel bir yerlerden, gülüyorum ben de onun bu "hayırsızın biriydi fikrimce"
* seslenişine.
fatih albümü çıktıktan sonra bir
şeker (bkz:
dilhan şeşen) beni bu kadar heyecanlandırmıştı, bir de şimdi
perperişan.
ilk dinleyişte sevmeyenler olacak, içindeki sözler tam olmamış diyenler, sakil, zorlama olmuş diyenler... sonra dinledikçe, yüzünüzde ilk sarhoşluk gibi bir gülümseme.
youtubespotify
kalamış festivali kapsamında, 40. yıl konseri gerçekleştirmiş ve bizleri mest etmiş grup. sevgili
nejat yavaşoğulları'nı ağzım kulaklarımda bir sevinçle izledim, dinledim. kim der 74 yaşında. biz eşlik ederken yorulduk, adam aralarda iki lokma su içip hiç durmadan çaldı, söyledi.
akın eldes,
serdar öztop ve
sunay özgür gitarlarıyla şov yaptılar.
dilan balkay trompetiyle ve yumuşacık sesiyle bir iki şarkıya eşlik etti. (bkz:
cezaevinde bayram görüşmesi) geçenlerde istanbul festivalinde dktt konserinde de hayran olmuştum kendisine, yine gönlüme taht kurdu naifliğiyle.
sena şener de
hasret şarkısına eşlik etti.
40.yıl baskılı frizbiyi de imzalattım çıkışta, yetmedi
uçtu uçtu kasetini de imzalattım nejat abiye.
burada kalsın bu anı. hayatımın en iyi konserlerinden biriydi. iyi ki varsın
nejat yavaşoğulları.
doğum günü hediyesi olarak kendime bu konseri hediye ettiğim için, kendime teşekkür eder, 14-15 yaşlarımda evin soğuk salonunda, müzik setinden
yol albümünü tekrar tekrar dinleyen halime sevgilerimi iletirim.
yayında makedonya dendikçe nedense
tuna tüner geldi aklıma. bu adamın da psikoloji eğitimi bir muamma.
zeytin ağacı dizisinden sonra aile dizimi vs muhabbetine, epey popülerite kazandı bu isim ama daha sonra nereye katılsa yorumlar hep eğitimini sorgular nitelikteydi. geçenlerde
tepkikolik videosuna katılmıştı, orada da yorumlar hep bu yöndeydi.
sevgili
murat ağırel bu adamı da bir araştırsa altından ne çıkacak merak ediyorum. maddi olarak bir şey kaptırmasa da, bilinçsiz konuştuğu videolarını dinleyip de ruh halini bozan kişilere belki bir uyarı olur bu sayede. belki de gerçekten eğitimli, donanımlı, yetkindir onu bilemem. öyleyse de öğrenmiş oluruz.
aldırma gönül ile evimize, bilmem ki kaç kere, konuk olduğun
güzel günler göreceğiz ile tekrar ve tekrar ümit olduğun
bekle bizi istanbul ile içimize hem şiir hem istanbul aşkı düşürdüğün
gülümsedik gökyüzüne ile en masum anılarımıza şahit olduğun
hava nasıl oralarda ile yüreğimizdeki yangınlara tercüman olduğun
türküler yanmaz ve nice şarkında sesine hayran olduğum için, sana ne kadar teşekkür etsek az.
çoğumuzun çocukluğu, annesi, babası, fakirliği, soğuk kış günlerisin.
yalan yok, yıllardır tek tük dinledim. geçen yıl, üsküdar'dan boğaza bakarken içimden firlayıvermişti
bekle bizi istanbul. şiiri, yazmayı, güzel sesi, sanatı ve istanbul'u neden sevdiğimi anlamıştım. iyi ki bu topraklarda doğmuş, iyi ki böyle adamları, böyle sesleri dinlemişim.
gittiğin yerde huzur bul, buradaki gibi huzur ol.
gittin gideli ağlamaklıyız.
sevgili gevendeciğim bugünlerde size ne oluyor? sanırım random şekilde takipçilerini takip etmeye başladılar. bir kere takip isteği geldi, dedim ortak bir arkadaş mı var, tanıdık falan beni niye eklesinler durup dururken. kabul etmedim bir yanlışlık oldu diyerek. sonra ertesi gün yine takip isteği geldi, az önce yine takip isteği derken baktım takip ettikleri kişi sayısı her defasında artıyor. ilk eklediklerinde 100lerdeyken şimdi 650yi geçmiş.
yılların
gevendesi, niye takibe takip olayına döndü, tuhaf.
menajer mi yapıyor bu işi, kimin aklı?
saçmalamayın lütfen.
mor ve ötesi için
bulutsuzluk özlemi'nin konuk sanatçı olacağını gördüğümde bütün saygımın bittiği proje.
birsen tezer,
nükhet duru da aynı şekilde yoook artık dedirtti fakat, türkçe rock'ın babaları gelip de mvö için söyleyecekse burada ne saygısından söz ediliyor ki. yani
nejat yavaşoğulları dktt belgeselinde de yer aldı, pek çok projede (bkz:
leyla ile mecnun) ellerinden geldiğince tekliflere icabet ediyorlar fakat bunu niye kabul ettiler gerçekten anlamıyorum. ben izlerken utanırım, ne olur son anda hasta olduk, tansiyon, şeker yükseldi falan diyerek oraya gelmesinler.
gerçekten saygı bu değil.
dün akşam akm'de izlerken en çok da
nazlı deniz süren'in sesine hayran olduğum eserdir. baştan sona, koreografisiyle, korosuyla, tenor, bariton hepsi birbirinden şahaneydi fakat soprano öyle sakinleştirici ve vurucu bir sesti ki, hiç çabasız, su gibi akıyordu anlamadığım bütün sözler.
bozayı kim yapıyor deseniz bir kere de. bugün boza süzmekten nasıl bıkkınlık geldiyse, bundan sonra boza içmeye veda etmek istedim. bizim ailenin geleneği, nedense, her yılbaşı boza yapılır. yılbaşı sofrasındaki kabak tatlısı, zeytinyağlı barbunya, sonrasındaki kuru yemiş neyse boza da böyle bir demirbaş. çocukluğumdan beri annem yapardı, son yıllarda bana kaldı bu zorlu görev. bozanın pişmesi, malzemesi vs çok kolay fakat gel gör ki tel süzgeçten geçirme kısmı çok sıkıcı. blender niye kullanmıyorsun diyecek olanlar için, bulgurun kabuğu der susarım. annemin boza kovası vardı kapaklı. bozayı onun içinde karıştırır, sobanın arkasına koyar, sıcakta bir iki günde oluverirdi. sonra da daha fazla ekşimesin diye hop balkona. ekşisi daha makbul aslında ama vefa bozası bile artık tatlı desen değil, ekşi desen değil, yavan bir nötr tatta. maya olsun diye aldım, ağzımda bıraktığı koruk suyu kamaşmasına benzer his dışında tat almadım resmen.
yani ben içiyorum. bizim aile içiyor. her aralık sonunda yapıyoruz. üzerine tarçın ve leblebi ekliyoruz. bize afiyet olsun.
80'ler 90'lar dediğiniz zaman uzun introlar, albüm kapakları, tasarım, estetik, sanat vardı. müzik sektöründe önemli olanın albüm satışları olduğu yıllarda, sanatçılar kendilerini temsil eden albüm kapaklarına verdikleri önemde yarışırlardı. çok kaliteli olmasına rağmen uzun bir kapak bastıramayıp, sadece tek sayfada a ve b yüzündeki şarkıların yazdığı kapakla çıkan albümler de vardı ve bir çoğu maddiyat yüzündendi. bir albüm çıkartmak için büyük paralar ödenirdi ve unkapanı'nda elinden tutan birini bulmak bu sebeple çok önemliydi. sesin iyi, yorumun iyi olsa bile satış yapacak potansiyelin ve yatırıma değer olup olmaman gibi dinamikler vardı. şimdiki gibi sesim iyi, kendi sözümü yazarım, çalar söylerim kolaylığı müzik piyasasının sektörel olarak bitmesine sebep oldu.
eskiden müzikler elbette daha kaliteliydi çünkü dijital dinlenme sayısını artırmak için 2 dk ve altı şarkı yapmak için yarışmak yerine, ortalama 4 dklık şarkıları en iyi orkestrasyonla, sözle, aranjörle doldurmak gerekiyordu. her plak şirketinin kendi isimleri vardı ve söz yazarları, besteciler, müzisyenler ortak bir iş çıkarırdı ortaya. çok kötü şarkılar elbette vardı o zaman da. gülerek hatırladığımız saçma 90'lar şarkıları da bence televole kültürüne çanak tutan ve popülerlik yolunu farklı seçen şarkılardı. o şarkıları yapan kimse mükemmel olduğunu düşünerek çıkarmadı zaten, hepsi bir pazarlama stratejisiydi.
şimdiki şarkıların kısacık, bol tekrarla olma sebebi de tamamen arz talep. kısacık reels videolarını bile ilerletmeden izleyemeyen, dikkat süresi shorts videolara düşürülen bir kitlenin uzun uzun dikkatini vererek müzik dinlemediğini düşünürsek, gelinen noktada kalitenin düşmesinin tek bir sebebi var diyemeyiz. yaşanan döneme ayak uydurmak için her sektör kendi satış pazarlama yöntemlerini oluşturur ve onun üzerinden şekillenen bir ürün ortaya çıkar. şu anda elimizde tuttuğumuz ürünün son hali, çin malı, pilli bir oyuncak bebek gibi. seni eğlendiriyor, dinliyorsun, bol tekrarla hemen ezberliyorsun ve birkaç ay sonra unutuyorsun.
eminim şu anda piyasada müzik işi yapıp da, istediği kalitede iş yapamayan tonlarca insan vardır. kendi hayal ettikleri müzikal alt yapı ve anlamlı sözlerle sanat yapma amacı güden isimler vardır. günümüz türkiye'sinde ve dünya genelinde çıtır çerez ihtiyacı hasıl olduğundan herkes ekmeğinin peşinde kolay atıştırmalık çerezler ürettiği kadar var. müziği daha kalitesiz yapan şey de sadece para kazanmak için, işin matematiğin çözen, kelime dağarcığı kıt insanların bu sektörü tekeline almış olması. sonra gelsin cıstaklar, gitsin bilmem neler. ara ara youtube ya da spotify trendlere girin bakın, semicenk, lvbel c5 ve adını bilmediğim bir sürü isim durmadan birbirinin aynısı şarkılar yaparak, listede her daim öylece arzı endam ediyorlar.
neyse, bu konu çok uzun gibi ama aslında çok kısa.
her sektör, dışarıdan sanat yapıyor görünen en kaliteli şeyler bile, gün sonunda para kazanmak amacıyla ayakta kalıyor ya da kalamıyor.
eskiden para kazanma ve popüler olma dinamikleri farklıyken şimdi bambaşka olduğu için, artık kalitenin para etmediği bir dönemde müzikte de kalite beklemek yersiz.
evet sevgili diğer kuşaklar, müzik eskiden daha kaliteliydi ve bunun aksini düşünmek de sizin sanrınız.