çarşı içindeki yüz küsür yıllık rum ilkokulunu caffe nero almış, nihayet restore edip açmışlar.
girişteki tabelayı (yazıyı) da restore ettikleri için yunanca "beşiktaş ilkokulu" yazısı pırıl pırıl okunabiliyor.
beşiktaş'ın orjinal adının diplokioniou (ya da diplokionion?) olduğunu da böylece kanıtlamış oluyoruz.
yani çifte sütun. o 2 zamanla nasıl 5 oldu bilmiyoruz da semtin ismninin her halükarda sahilde, bugünkü iskele civarındaki sütunlardan geldiğini anlayabiliyoruz.
iyi ki zamanında gitmişiz, kah tek başımıza, kah iki kişi oturup, gelene geçene bakmışız, gülmüşüz söylemişiz. icabında sokak lambasının ışığında göz damlası damlatmışız.
bu -eskiden sayıları daha çok olan- güzelim mahalle meyhanesi epeyce de iyi iş yapmasına rağmen dayanamadı. gençliğimizin, istanbulumuzun özgün bir şeyi daha instagram çağının vıcık vıcık, tuvalet terliği kadar plastik zincirlerinden birine kurban gitti.
yine de yaşattığı onca güzel şey için teşekkür ediyoruz.
her kafadan bir ses çıkmakta, çıkan sesler hisarüstü'nden ankara'ya uzayıp oradan sekerek nicelerine dağılmaktaydı.
en iyi kendisi bilir oysa:
[...]
-that morning-
joshua fought the battle of jericho,
and the walls came tumbling down!
hatası gecenin köründe eve gidilirken sevişme ihtimali varsaymasından ziyade, "acaba durumu yanlış okuyor olabilir miyim" diye ortamı ikinci bi kez koklamadan paldır küldür (epey sakar bir biçimde) hamle yapması olan kişi.
insanlar bir şeyleri varsayabilir, varsayımlar bağlamlara ait normlardır. burada ben içinde yaşadığımız dünyanın normlarına hadi hiç demeyelim de az aykırı bir norm görüyorum. asıl sorun dediğim gibi o normla hareket ederkenki sakarlığında, paldır küldürlüğünde.
yoksa iki bira açarsın, aynı kanapeye oturursun. orada kadının beden dilinden anlaşılır artık. onu beklemeyip sarı mercedes'te bayram'ın araba vapurunda tanıştığı kızı arabanın içinde ossaat öpmeye çalışması gibi çullandığı için olay sınırın aşılmasını, yani taciz sonucunu doğurmuş.
yine de hatasını insan gibi kabul ettiği için bence olumlu bir örnektir.
bir kadın mesela şu olayı okuyup "ben olayın sonrasında böyle davranan birine güvenirim, bu kişi beni korkutmaz ürkütmez" diyorsa ölçü odur gibi geliyor bana. bir kadına nasıl hissettirdiğin yani.
tacizci midir bilemiyorum (elde kanıt yok).
ancak bu kadar çok kendisinden yaşça ve konumca küçük kadınla gerçekten evde yalnız kalıp kalmadığını açıklayabilmesi gerekiyor.
bu taciz işlerinin sırrı buralarda, oluşturulan bu patternlarda yatmıyor mu zaten? inanmayanlar nesine inanmıyor ben de onu anlamıyorum. hele tv sanat sepet ortamlarında beyaz yakaya rahmet okutacak kadar eşitsiz çalışma koşulları, güvencesiz iş koşulları, saati yeri belli olmayan iş ortamları varken bu işlere niyetli adamlar için buralar çok bereketli "av sahaları" değil mi? nesine inanmıyorsunuz tam olarak?
işini kaybetmesin gerekmiyorsa hadi diyelim.
ama konumu mesleği bilmemnesi ne olursa olsun kimse yarı yaşında ve kendisinin astı olan karşı cins kişilerle bu kadar sık yalnız kalmamalı. kalıyorsa, ve bu yalnız kalmalara da kendisi ön ayak oluyorsa ben burada artniyet ararım.
"kadınlar kesin iftira atıyo" diyenlerin de bu duruma dair hiç bir açıklamaları falan yok elbette. üstünde de durmuyorlar zaten.
akp milletvekiliydi.
milletvekili maaşı alırken bir yandan akp'nin yönettiği trt'de programa çıkıyor, oradan da para alıyordu.
(bkz:
adalet ve kalkınma partisi)
patates püresi, mısır unu, mısır nişastası, buğday nişastası, tuz, mısır yağı (veya ayçiçek veya kanola), pirinç unu, aşırı sodyum (tuz) gibi bir içindekiler listesiyle korkunç bir üründür.
çoluğa çocuğa asla yedirilmemesi, kimsenin de yememesi gerekir.
türk kahvesi yapıp yanına bir tane parliament yakın bundan daha iyi.
ingilizce'de google gibi fiile dönüştü dönüşecek.
nefis bir yunan mezesi. türkiye'de olmaması şaşırtıcı.