thaimora

şamda kayısı (714)

Temmuz 2004 - 591 Entry - 15 Follower - 0 Following
Last Entrys:
10 şubat 1991'den beri zaten ibadete açık olması ve 31 mart 1991'den beri de minarelerinden ezan okunuyor olması göz önüne alındığı zaman, geç kalınmış girişimdir. bu bağlamda suyun dibini trollemeden önce iki dirhem araştırma yapma yetisine sahip olmanın, dangalaklık potansiyelini önemli miktarda düşürdüğüne işaret eder.

rte döneminde ayasofya'nın yeniden cami olması - 0 favorites -
apsisi doğu ya da kıble yönünde degildir, dosdoğru bildiğimiz kudüs'e bakar hagia sophia. bunun arkasında yatan neden ise dönemin bizans imparatoru justinianus'un, hagia sophia'nın, o zaman coğrafyasındaki en büyük ibadet yeri olan süleyman tapınağı'ndan daha büyük olarak inşa edilmesi isteğidir. hatta söylenir ki, hagia sophia ilk olarak ibadete açıldığı gün, justinianus imparator kapısından girip iç mekana şöyle bir göz gezdirmiş, ardından da "ey süleyman, bu da sana kapak olsun" kalibresinde bir lakırdı etmiştir.din gözlükleri çıkarılıp bu eylemin nedenleri hakkında iki rekat kafa yorulursa, çok keyifli bir sembolizmle karşılaşılır ki, bu da justinianus'un doğu roma imparatorluğunun dünya üzerindeki mutlak hakimiyetinin algısal yansıması olması isteğidir.

istanbul'un osmanlılarca fethinden sonra yakılıp yıkılmak yerine camiye devşirilmesinin arkasında ise bazı sevgi kelebeklerinin inanmak istediği gibi islam'ın sonsuz hoşgörüsü değil, uzun zamandır süregelen bir gelenek ve kişisel bir iddia yatar. gelenek, osmanlılar'ın ele geçirdiği her yeni yerdeki en görkemli ibadet yerini camiye çevirerek cuma namazını kılması ve böylece devşirilen yapı aracılığıyla yeni bölgedeki hakimiyetini resmen ilan etmesidir. kişisel iddia perspektifinde ise, fatih sultan mehmet'in kendisini roma imparatorluğu'na son veren hükümdar olarak değil de, tam aksine, bizans'a hakim olarak, imparatorluk bayrağını ve dünyaya hakim olma vizyonunu teslim alan lider olarak görmesidir. zaten kendisine kayzer-i rum diyen bir ademoğlundan, hagia sophia'yı tarumar etmesini beklemek en amiyane tabiriyle dangalaklık olurdu diye de düşünmekteyim.

peki bugün niye cami değil, kilise değil de müze o zaman sorusunun cevabı da o kadar çetrefilli değil inanın. hagia sophia ilk olarak imparatorluk kilisesi olarak inşa edilen bir yapı. daha sonra osmanlı idaresi altında da cami-i kebir, yani osmanlı imparatorunun cuma namazını kıldığı cami olarak kullanılmış. cumhuriyet devrinde müzeye çevrilmesinin en önemli nedeni ise, yapıldığı günden beri imparatorluk kavramıyla bu kadar içli dışlı olan bir yapıya yepyeni bir çehre vermek, bu sayede de halkın algısından imparatorlukla ilgili son kırıntıları da temizlemeye çalışmaktır.

"en güzel komutan" muhabbetine ucundan dokunmak gerekirse, bu da, akşemseddin tarafından ortaya atılan eyüp sultan kadar içi boş, eski zaman şehir efsanesi tadında bir harekettir ki, temelinde o zamana kadar hristiyanlığın en önemli, en kudretli merkezi olan istanbul'un müslümanlaştırılma çabası yatar. aynı konstantin zamanında köküne kadar pagan olan şehrin hristiyanlaştırılması gibi. bu bakımdan istanbul, dünya tarihindeki en dramatik metamorfozlardan ikisini barındırır dokusunda.

bütün bu laf salatasından sonra demek istediğim... hala dünya üzerindeki en büyük dört ibadet yapısından biri olan hagia sophia'nın, aslında dinden çok, hükümdarların şahsi vizyon ve egoları etrafında şekillenmiş olmasıdır. bir de şöyle bir şey var bilmem buraya uyacak mı; eski zaman trolleri böylesine kör gözüm parmağına dingillikler yapmaz, en azından iki mürekkep yalamış, üç gazete yemiş halleriyle ortaya atılırlardı.

ayasofya - 3 favorites -
ilk yerleşim tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, m.ö. 6. yüzyılda ahamanişler'in yönetimi altında olduğuna dair arkeolojik kaynaklar bulunmaktadır. şehir gerçek önemini bizans imparatorluğu tarafından bir askeri garnizon şehri olarak yeniden düzenlenmesiyle kazanmış (m.s. 6. yy). arkeolojik kazı çalışmaları 1980lerin başında istanbul teknik üniversitesi tarafından başlatılmış, günümüzde ise mardin müzesi tarafından devam ettirilmektedir. tahminlere göre henüz ancak yüzde on kadar bir bölümü ortaya çıkarılabilmiştir.

bulunduğu konum ve kuruluş amacı nedeniyle sürekli askeri mücadelelerin merkezinde bulmuş kendini dara. nekropol kompleksi icerisinde ortaya çıkarılan toplu mezarların nedeninin de bu olduğu düşünülmektedir. hristiyanlık öncesi lahit mezarlar, bizans dönemi kaya mezarları, süryani mezarları ve tek başına bir müslüman mezarının aynı yerde gözlemlenebilmesi bakımından ilginçtir. nekropolün ortasında iki katlı olarak inşa edilmiş olan iki kişilik bir anıt mezar bulunmaktadır. kalıntılar arasında bulunan değerli ziynet eşyaları ve göz yaşı şişeleri, bu mezarların, kentin yöneticisi ve eşi için yaptırılmış olduğu teorisini ortaya atmıştır. bizans dönemine ait üç katlı mezar kompleksi de, girişindeki rölyefler bakımından ilgi çekicidir.

şehrin akropol kısmında bizans dönemine ait pazar yeri, sütunlu cadde, şehrin içinden geçen dere üzerindeki köprü, su arıtma sistemleri ve yerebatan'dan daha ilgi çekici ( bu tamamen şahsi fikrim ) bir su sarnıcı bulunmaktadır. bahsi geçen dere üzerine kurulmuş yapının, olası sel durumlarında kente girecek su seviyesini kontrol etme amaçlı bir set barajı olduğu tahmin edilmektedir.

şehrin etrafında bulunan duvar ve burç kalıntılarından, zamanında şehrin tamamen duvarlarla çevrili olduğu anlaşılmaktadır ki, günümüze kadar sağlam kalabilse, diyarbakır surları kadar önemli bir sur yapısı olarak anılıyor olacaktı.

şehre hakim bir tepe üzerinde, artuklu döneminden kalma, dört kemer üzerine oturtulmuş kubbeli bir yapı bulunmakta. ancak dallamanın biri tarafından tamamına yakın bir bölümü çimentoyla kaplandığından, iyi fotoğraf vermek dışında ne işe yaradığını çözebilmiş değilim. bilen varsa editlerim burayı.

şimdiki köyün nüfusu yaklaşık bin beş yüz kişi civarında, köyün gençleri boş zamanlarında kazılara yardımcı olduğu için çatkapı gitseniz bile illa yardımcı olacak birileri bulunuyor etrafta.

lokasyon olarak, mardin - nusaybin yolu üzerinde, mardin'e yaklaşık 45 dakika mesafede bulunmakta. henüz kazılar bitirilmediği için tamamı ziyarete açık değil. yine de yolunuz mardin'e düşerse üşenmeyin, gidip görün, kesinlikle değer.

bir de güneşin altında iki saat dolanıp durduktan sonra köyün girişindeki çay bahçesine gidip naneli yayık ayranı isteyin. bu kıyağımı da unutmayın.

dara - 0 favorites -
"taze sütü bozuk sütten ayırt edebilmek için ille de inek sağmış olmak gerekmez" görüşüne sahip öğretmen olabilir. bir bilgiyi aktarabilmek için, ona körü körüne inanmak önkoşulu bulunmamaktadır.

dindar olmayan din hocası - 1 favorites -
iki alt başlıkta ele alınması gereken bir konudur aslında.

bireyler için pek de mümkün olacağına inanmıyorum açıkçası. her ne yapmış olursa olsun, bir insanın yaşam hakkının elinden alınmasına sıcak bakmayan insanlar olabileceği fikrine saygı duyarım. hatta bazen kendimi de bu insanlardan biri olarak görmeye çalışırım. ama istisnasız her insan için bir kırılma noktası olduğuna da inanırım. öyle bir an gelir, öylesi bir olayla karşılaşılır ki; en mülayim, en sakin gözüken insandan bile akla gelebilecek en sert, olabilecek en vahşi tepkiler alınabilir. yoğun duygusal travmaların, öfke nöbetlerinin insanın mantıklı muhakeme gücünü bir çırpıda silip süpürebileceğini tahmin etmek için muazzam bir bilgi dağarcığına falan ihtiyaç da yok zaten.

diğer alt başlığımız ise yasama ile ilgili. eğer yasama organı idam cezasına hayır demişse, bu tavıra herhangi bir önkoşul iliştirme lüksü yoktur, olamaz da. aksi halde "adaletin, hukukun çifte standardı olmaz, götü başı oynamaz" gerekliliğine taban tabana zıt bir ortam oluşur ki; o noktadan sonra ne o hukuktan, ne de yasama organından hayır gelmez.

entrynin iki yakasını bir araya getirmeye çalışacak olursak; her koşulda idam cezasına karşı olmak, belirli bir medeniyet seviyesine gelmiş bir ülkede yasayı kurmak, korumak ve uygulamak ile yükümlü kurumlar için gerekli ve vazgeçilmez bir koşuldur.

insanlar ve duygular söz konusu olduğunda ise, sanırım en garantisi büyük lokma yeyip, büyük söz söylemekten kaçınmak olacaktır. zira tükürük, bir kez ağızdan çıktıktan sonra tadı çok çabuk bozulabilen bir şeydir.

her koşulda idam cezasına karşı olmak - 0 favorites -
mide denen organın ne kadar ilginç bir şey olduğunu anlamamı sağlamaktan başka hiç bir halta yaramamıştır.

yıllardır kamyonlar dolusu kelimeyi art arda sıralayıp, sonrasında yekün olarak bir incir çekirdeğini dolduracak özgün fikir kotasını bile dolduramayan yazıları yazarken gaz yapmamış efendinin midesi. dün öyle herkese reklam ederek, bağıra çağıra tükürdüğünü bugün sessiz sakin yalarken hazımsızlık vermemiş bünyesine. nice zamandır etliye sütlüye karışmayan, taraf gibi gözüküp her nabza ayrı şerbet formüllerini satır aralarına gizleyen, cümleleri sadece ben özlesiyle tanımlandığı zaman sivrilik taşıyan üslubu kullanıp; daha sonra da çok büyük marifetmiş gibi "şimdiye kadar kimsenin yazdığım tek kelimeyi sansürlemesine tahammül etmedim" derken kramplar girmemiş midesine de; sözlükte iki küfür, üç kalibresiz üslup görünce bulanıvermiş.

laf ola beri gele...

arkadaşının restoranındaki menüyü kim neden sansürlesin hıncal efendi? nişantaşı'nın en gözde mekanlarının halka ifşa edilmesi kimi galeyana getirsin?

sen değil misin; yaşına başına hürmet edip, belki bir bildiğin vardır diye, türkiye'nin içinde bulunduğu durum hakkında fikrini soran üniversite öğrencilerine "boşverin bunları, hayat kısa, aşk güzel, sevgi süper" martavalları okuyan?

bu memlekette göte göt denir savunması yapmak değil niyetim. sözlükte var olan kalabalığın içinde çatlak sesler olduğu herkesin kabul ettiği bir gerçek. ama buna karşılık yapmaya karar verdiğin şey "ben okumuyorsam yoklar, bana ne" mi olmalı?

ne farkın kaldı ya sev ya terk et diye hırlayan faşistlerden?

nerede "kalıp değiştirmeye çalışmak" tercihi?

"karanlığa küfür edeceğine bir mum da sen yak" lafını köşene ballandıra ballandıra en sevdiğim laflar diye her fırsatta ekleyen sen değil misin?

nerede perhiz ?

ne olacak bu lahana turşusu?

"insaf!" demek geliyor içimden.. ama anlamını bilir misin ondan emin değilim.

hıncal uluç'un ekşi sözlük'ü hedef alması - 0 favorites -
eskiden kullanılan adıyla cami i kebir, günümüzdeki haliyle ulu cami tanımından bihaber, laf olsun ortalığı bulandırsın derdiyle ıkınılmış veryansındır bu. makat menşeili uydurmaların aksine bir ilçenin cami i kebiri olmaz. ulu cami diye adlandırılan yapılar her şehir için ancak bir tane olur. bu isim, cemaat olarak kılınması tavsiye edilen cuma namazına osmanlı padişahının da teşrif edebileceği yapılar için kullanılır. zaten böylesi camiler, diğerlerinden farklı olarak özel bir giriş çıkışı olan, padişahın halkla birlikte namaz kılarken güvenliğini sağlayacak hünkar mahfili ya da o dönemde kullanılan adıyla mahfel i humayun tabir edilen özel bölümlere sahiptirler.

istanbul için incelersek, sultanahmet inşa edilene kadar ayasofya şehrin cami i kebiri olarak hizmet vermiştir. o zamanın ulaşım imkanları ve sarayın bulunduğu bölge göz önüne alındığı zaman, mimar sinan'ın padişaha gidip "devletlum, sizin için kadıköy'de bir ulu cami yapacağım, cuma namazlarınızı orada kılarsınız artık." deme ihtimalinin ne kadar olduğunu hesaplamak için olasılık hesaplarında dahi olmaya gerek yok zaten.

bir de o dönemde padişah dışında öyle dört minareli, bin kişilik cami yaptırmaya kalkacak, padişahla aşık atıyormuş izlenimi vermeye meraklı şahsiyetlerin nesli, doğal olmayan seleksiyon yöntemiyle kısa sürede tükenmiştir. günümüzde ise, her ne kadar bunun hayalini kuran bir tayfa bulunsa da, cuma namazına teşrif ederek tebasını onurlandıracak bir padişahımız, devletlumuz, peygamberimiz olmadığından böyle işlere girişmenin bir gereği yok.

tüm bunların dışında, zaten öyle kendi ibadetlerini milletin gözüne sokarcasına alt geçitleri işgal ederek, caddeye sokağa taşarak gerçekleştirmek kadıköylülerin geleneği değildir pek. isteyenler için yeteri kadar cami, kilise, sinagog bulunur.

kadıköy'de büyük cami bulunmaması - 0 favorites -
parti grup toplantısında, muhalefet kanadından gelen eleştiriler ardından "bu ülke yol geçen hanı değil" buyurmuş türkiye cumhuriyeti başbakanı.

bu ülkenin geleceğini ellerine teslim edeceğimiz gencecik, pırıl pırıl öğretmenleri atanmama derdi yüzünden üniversite sonrası, bir umut kpss'ye bel bağlamış, elinde avucunda ne varsa dershanelere döküyor.

bu ülkenin eczacıları, göz göre göre kepengi kapatıp, tası tarağı toplayıp, ne hali varsa görmeye zorlanıyor. bu süreçte senelerdir halkı söğüşleyen ilaç firmaları değil de, eczacıların ta kendisiymiş gibi gösterilerek hem de.

bu ülkenin doktorları; ister çözümsüzlükten, ister yetersiz gelir nedeniyle, ister sadece aç gözlülükten olsun, nedeni zerre umurumda değil; zaten ssk mı, bağ-kur mu, sgk mı derken başı dönmüş hastalara bir de özel muayenehane faturası kilitleme peşinde. "bir doktora kaç hasta, bir imama ne kadar cemaat düşer bu memlekette?" geyiğine hiç girmeyeceğim, anlatmak istediklerim çok başka şeyler.

bu ülkenin ekonomisi acı acı güldürüyor ağlanacak haline. her yükselişi gözümüze sokulan borsada aslan payı yabancı sermayenin cebine girmiş kimin umrunda? bu ülkenin bankaları... diyeceğim de, kaç tane banka kaldı gerçekten bu ülkeye ait? işçi sınıfı kan kusarken sırtını ya kan bağı ya da hatır gönül ilişkisiyle iktidara dayamış zümre servetine servet katmakta; vur dibine rahvan gitsin.

bu ülkenin çiftçisi ne zamandır hakkını aramaktan vazgeçmiş zaten, anasını alıp nereye gitsin kara kara düşünüyor.

bu ülkenin genci işsiz. doktora mezunu da, doğru düzgün okuyup yazamayanı da işsiz... ama türkiye genç nüfus oranıyla avrupanın zirvesinde, gerisi detay, suyu bulandırmayalım.

biri kafasını mı kaldırdı, soru sorma densizliğinde mi bulundu? tık içeri, çürüsün cezaevinde. dava dosyasını hazırlayana kadar kim bilir kaç ay geçer... sonrasında beraat kararı çıksa ne olur, çıkmasa kim takar?

tüm bunların ertesinde elimizde kalan bir kamyon dolusu bahane... o da uymazsa göz dağı seçeneğimiz mevcut.

devletin kurumunu özelleştir, açıkta kalan işçini sokaklarda süründür, sonra da anlaşma şartlarını kabul etmeye yanaşmayınca "türkiye'de o maaşa çalışacak milyonlarca işsiz var." haklısın efendi, bu ülkede milyonlarca işsiz var. o maaşa gözünü kırpmadan, haftalardır o işkenceyi çeken tekel işçilerinin hakkını yediğini bile bile o maaşı kabul edecek kadar aç, çaresiz bir dolu insan var. var da, bu kimin suçudur biri bir zahmet anlatıversin bana.

yedi sene olmuş dile kolay. abartısız bir saattir düşünüyorum da, türkiye cumhuriyeti başbakanının çıkıp bir kez olsun "yanlış karar verdik, uygulamada hata yaptık, zamanlama kötüydü. sorumluluğumuzun farkındayız, telafisi için gerekeni yapacağız." dediğini hatırlayamadım. tanıyan bilir, hafızam iki para etmez çoğu zaman. hatırlatan olursa başım gözüm üstüne.

hükümet bir kurum, başbakan da bu kurumun başındaki kişi. yedi yıldır yetmiş milyonu yönetiyor bu kurum ve bir tek sefer olsun hata yapmamış. yöneltilen eleştirilerin hepsi, istisnasız alayı iftira, provakasyon, karanlık hesaplar, çekememe, hırs, bazen de dinsizlik tabi. el insaf be.

nereye uzansam dallanıp budaklanıyor, nereden tutsam elimde kalıyor. iki yakasını bir araya getiremedim entrynin, bari sonunu bağlayayım daha da dağılmasın.

başbakan gerçeği tüm çıplaklığıyla gözümüzün önüne sermiştir son demeciyle. tamamen haklıdır. bu ülke yol geçen hanı değildir.

eskidendi o.

şu anda bildiğiniz dingonun ahırı.

recep tayyip erdoğan - 0 favorites -
iktidar olsa eline geçen her fırsatta halkı kutuplaştırarak, komplo teorileri üreterek oluşturduğu kargaşadan çıkar sağlama peşine düşmeyecek; çalışanın sendika hakkına göz dikmeyecek; üretimin dibe vurduğu, işsizliğin tavan yaptığı, icra davalarının alıp başını gittiği bir ülkede hala "ekonomik krizi en başarılı yöneten ülkeyiz" martavalları okumayacak; kendisi ve yedi sülalesi refah içinde yüzerken eve ekmek götüremiyor olmanın isyanındaki memuruna, işçisine, vatandaşına ağzından salyalar saçarak çıkışmayacak; verdiği kararları, yaptığı yanlışları sorgulamak görev tanımında olan yargı, basın gibi kurumları ele geçirmeye, bastırmaya, yıldırmaya çalışmayacak bir siyasi oluşum.

iktidar olsa dediğime bakmayın, böyle bir şeyin imkansız olduğunun herkes farkında. uzun, sancılı yıllar boyunca devam eden bir süreçte, bir ülkenin yatarıcı, ağzından çıkanı kulağı duyan, karşılaştığı sorunları çözebilecek donanıma sahip, edindiği bilgiler ışığında fikir üretebilen insanlarını yetiştirmekten sorumlu üniversitelerinin içi boşaltılmış; sivil toplum örgütleri işlevsizleştirilmiş; yazarları, düşünürleri hapislerde, olmadı adliye koridorlarında örselenmiş; kafasını kaldırmaya cesaret eden bireyleri öldürülmüş; tüm derdi futbola, kurtlar vadisine, hepsini toplasan iki para etmez magazin programlarına indirgenmiş bir toplumuz biz.

her ne zaman köşeye sıkıştığı hissedilse, hala din elden gidiyor, hala karizmatik lider, hala delikanlı, hala kötünün iyisi, hala bık bık, hala vıdı vıdı...

hasiktiriniz efendim.

cumhuriyet halk partisi - 0 favorites -
(bkz: paro taktsang)

tiger's nest monastery - 0 favorites -