david lowery filmi diye oturup izlemeye başladım, ancak filmin 20. dakikalarında anladım ki film hiç ama hiç bana göre değil. bari başlamışken bitireyim ayıp olmasın diye oturdum bitirdim.
ben, ingiliz edebiyatından uyarlanma olduğunu bilmeden izlemeye başladım ve bana aşırı temposuz bir film olarak yansıdı. aslında birçok aksiyon da oluyo filmde ancak buna rağmen film üstünüze bir yük gibi de çöküyo. görsel dili muhteşem hatta çoğu sahneyi durdurup, ekran görüntüsü alıp "wallpaper" bile yapabilirsiniz. öyle şiirsel bir görsel dili var. fakat hikaye çok uzun ve sıkıcı ilerliyor. hiçbir olayın sıradan şekilde olmaması ve metafor bombardımanları insanı yoruyor. ben bir edebiyat eserinin şölen dolu bir şekilde uygulamasını izleyeceğimi bilenmeden, farklı bir ortaçağ filmi izleyeceğimi umarak filme başladım ancak kesinlikle umduğumu bulamadım. film görsel diliyle ve farklı anlatımıyla david lowery'nin hanesine artı yazar, ama en iyi david lowery filmi olur mu, hiç sanmam.
hiçbir hareketi samimi değilmiş gibi bir enerji veriyor.. bu konuda gerçekten çok iyi. konuşmasından mı, hareketlerinden mi, tipinde mi, yoksa hepsi toplanınca mı oluyor bilmiyorum. ama dev bir "güvenilmez adam" profili var. bir şekilde çevresinde olsam (arkadaşı, akrabası, çalışanı vs), hayatta ona güvenip de bir işe girmezdim herhalde.
yıllarca çok evlenmek isteyip, evlenememiş iki insanın bir araya gelmesiyle gerçekleşecek olay.
" (bkz:
köprüden önce son çıkış) psikozu "
aşırı derinliği varmış gibi gözükmeye çalışırken, yoğun metafor yağmurları yüzünden iz bırakmayan bir yapım olmuştu benim için. arada küçük skeçler ve fikirler olsa da totalde yorucu anlatımı vardı. berkun oya'nın da yıllar sonra bu işine baktığında çok da memnun olmayacağını düşünüyorum. belki şu an bile memnun değildir :)
arak şarkıları, başkasından arakladığı konseptle göstermeyi başaran aşırı itici insan.
(bkz:
arakception)
bence kendini de "heey ben komik hareketler yaparak
jarred jermaine den ayrılıyorum, aynı şeyi yapmıyoruz" diyerek kandırıp motive ediyor. ama boşuna kendini kandırma yani. adamın konseptini çalmışsın, videonun altında antipatik maymunluklar yapınca da farklılaşmış olmuyosun.
filmin üzerinden neredeyse 70 yıl geçmesine rağmen anlatılan hikayenin; şu anki tüm politikacılar, şarkıcılar veya ünlüler için hala geçerli olması, gerçekten konunun ne kadar vizyonlu işlendiğini gösteriyor. tabii toplumların da bir o kadar değişemediğini aynı şeylere inatla kandığını anlıyoruz.
yani işin özeti, hep aynı filmi izliyoruz yıllardır.. güç zehirlenmesi kaçınılmaz sondur.
kullandığımın ikinci günden itibaren mental olarak beni çöküşe götüren ilaçtır. berbat salgın olan hastalığına iyi geliyor evet ama kafa olarak beni resmen bitirdi. kesinlikle sağlıklı düşünemiyorum, iyi hissedemiyorum. gelecek kaygım tavan yaptı, ara ara panik ataklar yaşıyorum ve kendimi sakinleştiremiyorum.
google'a "enfluvir yan etkileri" yazınca:
"bilinç seviyesinde azalma, zihin karışıklığı, anormal davranış, sanrılar, hayal görme, huzursuzluk, endişe, kabuslar gibi belirtileri içeren havale (konvülsiyon) ve huzursuzluk, taşkınlık, hezeyan gibi belirti gösteren ani geçici bilinç bozukluğu (deliryum)." diyor.
sanırım herkeste de aynı etkiyi yapmıyor, çünkü burda memnunların sayısı da yüksek. gerçekten anlamadım, ama bu ilacı kullandığımdan beri kafa olarak hiç iyi değilim. 5. günün son dozunu artık lanet olsun diyerek almadım. bırakalı 1,5 gün olsa da hala ufak ufak olumsuz etkilerini hissediyorum.
kullanan 1-2 kişi daha aynı şeyleri söyledi, geçer diyorlar ama sanki hiç geçmeyecek huzursuzluğu yaşıyorum. umarım yarın geçer.
şokopop'un belgeselinde fark ettiğim kadarıyla, zamanında yayınlanan ilk bbg'deki melike'nin o zamanki erkek arkadaşıymış. vay anasını sayın seyirciler.