ülkedeki muhalif kitlenin bir kısmının ne kadar koyun olduğunu bu adamı övmelerinden anlayabilirsiniz. yıllarca biri ya da birilerine eleştiri yaparlar, sonra o kişilerden hoşlarına gidecek bir laf ya da hareket görürler ve o kişiyi yere göğe sığdıramazlar. seçimler de bu tarz muhalifler yüzünden kaybediliyor, seçime yakın birileri çıkıp milliyetçilik gazı ya da benzer şeyler ile bu kişileri etrafına toplayıp sonra bu kişilerin oylarını erdoğan'a kanalize ediyor.
çerezlik bir film izlemek üzere oturup izlemeye başlamıştım ama epey iyi bir film izledim. özellikle gerilimin telefon üzerinden ilerlemesi bana farklı bir tecrübe yaşattığı için yönetmenin bu zekice tercihini takdir ettim. herkesin kötü bir haber alıp bir yere alelacele gitmeye çalıştığı ve bu süreçte sürekli telefonlaşarak gelişmelerden haber aldığı zamanlar olmuştur, filmin bu şekilde ilerlemesi ve bizim başroller ile birlikte gelişmelerden haber alan tarafta olmamız bazı travmalarımızın tetiklenmesine de sebep oluyor, filmin sırf bu kısmı bile psikolojik açıdan çok başarılı. film boyunca ahlaki ikilemler ve sorgulamalar da iyiydi. filmin sonu ise pek tatmin edici gelmedi. daha iyi bir şekilde bağlasalardı muhteşem bir film olabilirmiş.
başlık biraz eski olduğu için sayı eksik kalmış. günümüzde türkiyedeki makam aracı sayısının 130 bine yaklaştığı söyleniyor. avrupa'nın ekonomisi en önde olan ülkelerinden almanya'da ise 9 bin, fransa'da ise 8 bin var. asya'nın en önde gelen ülkelerinden japonya'da ise 10 bin.
şimdi soruyorum: halka tasarruf yapın, azla yetinin deyip, kemer sıkma politikası uygulayıp, maaşlara enflasyon karşısında eriyen kuş kadar zam yaptıktan sonra kendileri böyle keyif yaparak nereye kadar devam edecekler?
filmi pek beğenmedim. filmin sonunu da hiç bağlayamamışlar. beraber yüzmeye gidince tüm sorunlar çözüldü mü yani? diyaloglar da pek iyi yazılmamış, film boyunca hep aynı şey konuşuluyor, sadece ifade ediliş tarzı ve kelimeler değişiyor. filmin ele aldığı hikaye aslında çok tanıdık bir hikaye, her üç aileden birinde benzer hikayeler görmek mümkün. bu açıdan hikaye çok gerçekçi ama senaryo ve diyaloglar iyi yazılamadığı için film çok yavan kalmış. biraz daha tecrübeli birisi bu konuyu ele alsaydı ortaya çok güzel bir şey çıkabilirmiş ama ne yazık ki bu haliyle vasatın altında bir film olmaktan öteye gidememiş. bu arada filmdeki defne karakteri gibi insanlardan hiç hoşlanmıyorum. yetişkin olduğu halde halen ergen tavırları takınan bu insanlara ne kadar sinir olduğumu anlatacak kelimeler henüz icat edilmedi.
filmi beğendim. özellikle yaşananları varlığın güzünden izlemek güzel bir tecrübe idi. lakin genç karakter ile pek fazla bağ kuramadım, kızın hissettiklerini bize çok yansıtamamışlar. ayrıca filmde duygusal, düşünceli ve olgun olan tek karakter baba idi ve kız yerine babanın tecrübe ettiği bir şeyler izlemiş olsaydık işte o zaman tam anlamıyla the others tadında bir şey izlemiş olurduk. bir eleştiri yapmak gerekirse, senaryo yazarken bir kural vardır: eğer bir şeyler gereksizse ve bir yere bağlanmayacaksa onunla ilgili bir şey yazmamak gerekir. filmde medyum karakter ve kocası işe tam olarak bu duruma örnek oluşturuyor. geldiler, eve baktılar, zaten bilenen birkaç şey söyleyip gittiler ve hiç bir şeyin akışını değiştirmemekle birlikte kendileriyle ilgili ekstra bir şeyler de öğrenemedik. filmin bir kısmında bu kadının hayatı boyunca yaşadığı ve bazı doğaüstü olaylar sayesinde edindiği tecrübeleri aileye aktarmasını ve onlara destek olmasını izlesek göze batmayacaklar ama filmde gösterdikleri kadarı çok gereksiz olmuş. ya o kısmı komple çıkarıp atmaları lazımdı ya da biraz detaylandırmaları gerekirdi. biraz daha bütçe ve bir tık daha iyi bir senaryo ile muhteşem bir film olabilirdi.
düzenli olarak korku-gerilim filmleri izleyen bir kişi olmama rağmen epey gerildiğim yerlerin olmasının yanısıra zaman zaman sinirim de bozuldu. filmde öyle sahneler var ki yer yer kafamı çevirdiğim zamanlar oldu. benim açımdan bu türün bu yılki en iyileri arasında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. başrolde sally hawkins rolünün hakkını fazlasıyla vermiş, genç oyunculardan oliver karakterini oynayan çocuğa ise şapka çıkarmak istiyorum, sen o yaşta nasıl o rolün üstesinden geldin? insan bakarken bile ürperiyor. film çok güçlü bir hikayeye sahip olmasa da, güçlü bir hikaye olmadan da iyi bir film yapılabileceğini bize göstermiş oldular.
yakın zamanda amişler ve mormonlarla ilgili araştırma yaparken bu filmden karelere denk gelip filmden haberim oldu ve merak edip izledim. açıkçası filmi izlemeye başlarken hristiyanlığa yakın bir tarikatın yaşamından uyarlanmış bir şey izleyeceğimi düşünürken ters köşe oldum. iyi ki de öyle oldu, belgeselvari bir film izlemek üzere oturup muhteşem bir film izledim. filmin kadrosuna bakınca insanın zihninde "şimdi bu oyuncular ne döktürmüştür" diye bir düşünce oluşsa da hiç beklenmedik bir şekilde bryce dallas howard'ın muhteşem oyunculuğu insanı kelimenin tam anlamıyla büyülüyor. baş karakterin fiziksel eksikliklerine rağmen birçok şeyi göze alıp kendisini riske atması, keşke etrafımda böyle vefakar insanlar olsa diye düşündürdü. her ne kadar köyde yaşayan insanların düzenlerini bir yalan üzerine kurmaları hoşuma gitmemiş olsa da benzer bir yerde yaşamak güzel olurdu diye düşünmekten kendimi alamadım.
film çok farklı yerlere çekilip çok farklı yorumlamalar yapılmış ama düz bir bakış açısıyla bakınca aslında genç birinin kimlik arayışı, bu süreçte kendisine benzer biriyle tanışması ve bazı yaşanmışlıklar sonrası kendisini tatmin edici bir noktada bulamaması, hatta kendisine benzer durumda olan arkadaşının zihninde kurguladığı hayali dünyaya inanma eğilimi göstermesinden ibaret. yaşadığımız hayattan memnun olmayınca bir takım bunalımlara girmeyi, psikolojik sorunlar yaşamayı gayet anlaşılabilir buluyorum. en nihayetinde bir tane hayat yaşıyoruz ve tümüyle acılarla ya da tatminsizliklerle dolu bir hayat ne kadar anlamlı olabilir ki? baş karakterin kendisinin de hayatta tutunacak bir dalı olamadığı için bir diziye tutunmuş, belli bir yaşa gelip halen aynı diziyi izlediği için saçma bir şey yaptığını ve kendisinden utandığını söylüyor. aslında karakter burada kendinden utanıyor değil, kendine has bir yaşam tarzı var ama bu kendisini bir türlü tatmin etmediği için artık sevdiği şeyler de değersiz gelmeye başlıyor ve gözüne eskisinden daha basit görünüyor. tüm bunların yanı sıra, bir noktada baş karakterimiz "madem istediğim gibi yaşamaya kalkınca bir yere varamıyorum, bari düzene ayak uydurayım" diye düşünüp kinayeli bir şekilde "it's time for me to become a man. a real adult. a productive member of society. that's exactly what ı did... ı even got a family of my own" diyor ve bir süre sonra bakıyoruz ki aslında bu söylediklerini de yapmamış, ortada ne bir aile var ne de kendisini üretken olarak değerlendirebileceğimiz bir iş yaşamı var. bütün yaptığı şeyleri istemeyerek, ucundan tutarak yapıyor. hatta bir noktada ulu orta yerde "biri bana yardım etsin, anne" diye bağırıyor. tatmin edici bir yaşam sürmemesinin neticesinde orta yaşlarında olmasına rağmen çocuk kalmış... sanırım buna peter pan syndrome deniyordu. yetişkin olmalarına rağmen şu ya da bu nedenlerle birçok işi halledemeyen, sorumluluk alamayan ve halen bir çocuk gibi ebeveynlerinin yardımına ihtiyaç duyan kişiler için kullanılıyordu. dolayısıyla bu açıdan bakınca hem böyle bir karakteri hem de böyle bir filmi birçok insanın beğenmemesini çok normal buluyorum (hoşuma gitmese de). çünkü günümüz dünyasında güçlü insanlar dışındaki kişiler bir değer görmüyor. baş karakterle özdeşlik kurabilmek için aynı hissiyatlar içine düşmüş ve benzer yollardan geçmiş olmak gerekir ve kendisi ile özdeşlik kurulsa bile karakterin kendisi son derece zayıf bir karaktere sahip olduğu için bu tarz bir insanla özdeşlik kurmanın rahatsızlığı birçok insanın içine oturacaktır ve bu durum da bir nefret oluşturacaktır. boşuna dememişler "nefret ettiğin şeye iyi bak, muhakkak içinde sana dair bir şeyler vardır" diye... maalesef günümüzde bu tarz çok fazla genç var ve her biri nefret objesine dönüşmüş durumda, bunun da üç sebebi var: birincisi, az önce de söylediğim gibi, bu tarz insanların diğer insanlara kendi zayıflıklarını hatırlatmaları. ikincisi de günümüz dünyasında aralıksız olarak aşırı girişken ve güçlü kalmaya çalışan kişilerin pohpohlaması yapılıyor ve bu tarz insanlar makbul görünüyor, bu tarz düşüncelere kapılmak isteyen kapılsın bir şey diyemem ama bunu yaparken söyledikleri bazı şeylerin kırılgan insanlara nasıl zarar vereceğini düşünmüyor ya da düşünmek istemiyorlar, açıkçası toplumda güçsüzlere karşı bir umursamazlık ve hatta aşağılayıcı bir tutum var. bu kırılgan kişiler ne kadar toplum tarafından dışlanıp aşağılanırsa o kadar içine kapanıp kendi içlerinde zindanı yaşıyorlar ve her geçen gün uçurumun kenarına itiliyorlar. filmdeki baş karakterin babası bile dokundurma yaparcasına "niye kız dizisi izliyorsun" gibi bir şey söylüyor. bu tarz lafları çıkarıp bu sitedeki yazarların "alfa erkek şöyle kraldır, beta erkekler şöyle eziktir" lafları ile değiştirin, hiçbir fark yok, kişilerin zayıflıkları ile ilgili edilen her laf yaralayıcıdır, o yüzden umarım bir gün insanlar ellerini vicdanına koyarak hareket etmeyi öğrenir. bu tarz kişilerin sevilmemesinin üçüncü sebebi ise toplum normlarına uyum sağlamamaları. bugün bile bazı siyasetçiler çıkıp "evlenin, 3 çocuk yapın, çocuğu olmayan kişileri aileden saymıyoruz" demiyorlar mı? birçok insan aklında standart bir hayat tarzı kurmuş ve ona uygun davranılmasını istiyor ve başkalarına bu süreçte hayatı dar ediyor. bu tarz insanların filmdeki karakterleri öcü olarak görmesi çok normal geliyor artık bana, kendilerine uymadıktan sonra karşısındaki kişiler filmdekinden başka şekilde olsaydı da öcü olarak göreceklerdi zaten. bu hikaye ile ilgili son bir ekleme yapmak istiyorum: dikkat edilirse hem baş karakter hem de yakın arkadaşının amiyane tabirle biraz deli halleri var. eski anlatılarda hep söylenegelmiştir, deliler sizden farklı düşünür ve sizin görmediğiniz şeyleri görürler diye, hatta birtakım paranormal hikayeler ile de ilişkilendirirler. bu düşünce üzerinde filmi okumaya kalkarsak eminim bambaşka sonuçlar da çıkarılabilir.