karanlıktaki aydınlık (luz en lo oscuro) kitabını bugün okumaya başladığım kişi.
okudukça editleyeceğim burayı.
8 ekim 2025 tarihinde istanbul'da verdiği konsere gittiğim, çok mutlu dakikalar yaşayarak ayrıldığım sanatçı. ağırlıklı olarak son albümünden şarkılara yer verdi (zaten albüm turnesinde olduğundan doğaldı bu)
ama sağolsun indigo nights'ı ve bis'te habibi'yi söylerek popüler şarkılarına daha aşina olanların da gönlünü aldı.
seyirciyle oldukça az temas kurdu, birkaç defa türkçe "teşekkürler" demesinin dışında. o büyülü hayal dünyasına daldı gitti yine. bizi de götürdü.
tam indigo nights'ı söylerken yağmur başladı. oldukça gerçeküstü bir andı. huzurluydu, dingindi.
küçükçiftlik park'ta bir daha konsere gitmem kuralımı kendisi için bozmuş oldum, ama değdi.
muhabbetinizi böleceğim ancak siyah ve beyaz renk değildir.
teşekkürler.
ben de bunlardan biriyim. aslında sigara içmiyorum. ama sigara içmeyi biliyorum.
canım isterse içerim 1 tane, sonra 3-4 ay içmem. paket taşımam. canım çok istediğinde nadiren paket alırsam da 1 seneyi geçer bitmesi. o yüzden tadı bozulur artık, bazen tabakaya koyarım, ama yerini bile unuturum çoğu zaman.
kısacası benim için içki neyse sigara da o. o anda sosyal bir ortamda canım içki ister içerim, sonra bazen günlerce bazen aylarca aklıma bile gelmez.
o yüzden bunlara bağımlılık olayını bir türlü anlayamıyorum. ancak benim genel olarak bir sorunlu bağlanma şeklim var zaten sanırım.
o yüzden siz hiç başlamayın. korkunç zararlı bir şey ve benim gibiler çok az.
tanınmış birileri hakkında ayrılık, kavga gürültü vs haberleri çıktığında ilk bakılan yer artık sosyal medya hesapları.
eğer birbirlerini takipten çıktılarsa bir sorun olduğuna kesin gözüyle bakılıyor.
geçen gün bununla ilgili bir konu konuşurken, takipten çıkmak için “o ölüm gibi bir şey demek zaten” diyerek dalgasını geçtik kahkahalarla.
ironik ama düşününce günümüz dünyasında gerçekten öyle, birine “sen benim için öldün” demenin en güncel yolu takipten çıkmak aslında.
bugün tekrar okuduğum
walter benjamin'in teknik araçlarla yeniden-üretim çağında sanat eseri makalesinin epilog kısmında yine karşılaştığım, -faşist bağlamından arındırılarak- her yere kazınası söz.
fiat ars pereat mundus!
son zamanlarda izlediğim en derli toplu filmlerden olan bir “sağlık çalışanı” hikayesi.
filmin bitmesine yakın “hemşirelerin maaşının çok yüksek olması lazım” diye söyleniyordum en son.
cidden -işini düzgün yapan- hemşireler çok zor koşulların altından kalkıyorlar.
film, başta da söylediğim gibi çok kompakt bir film, gereksiz hiçbir öğe sıkıştırılmamış araya, ciddi ciddi onunla beraber nöbet tutuyor gibisiniz.
tuvalet/yemek molası vermenin lüks olduğu bir ortamda, küçük bir hatanın hayati sonuçlarının olabileceği durumlarda, neler yaşandığına tanıklık ediyorsunuz.
yalnız benim gibi hastanelerle ilgili çok fazla anınız varsa, bazı yerlerde duygusal olarak zorlayabilir sizi film. ben etkilendiğimi çaktırmayacağım diye dişlerimi sıkarak izledim birkaç sahneyi.
bazı durumlarda gözyaşları teklifsiz dökülebilir bile.
buna karşın, yılın izlenebilecek yapımlarından biri olmuş bence.
kendisini tanımam, sol frame'de görüp az önce biyografisini okudum.
yazının içeriğinden bağımsız olarak şunu söylemek istiyorum: eğer hala inanıyorsa allah aşkına, inanmıyorsa dünyada sevdiği herhangi bir şey aşkına, bir daha asla koyu fon üzerine beyazla paragraf paragraf yazı yayınlamasın.
başka kimse de yayınlamasın. kör oluyoruz.
teşekkürler.
bence de saçma ancak toplumdaki “erkek egemen” yapı bitmeden nafaka kalkamaz.
kız çocuğu doğar, biraz büyür, daha kafasını kaldırmadan babası, abisi, dayısı vs “o eteğin boyuna dikkat et” demeye başlar.
okula ya hiç gönderilmez ya çok erken öğretim hayatı sonlandırılır ya da üniversite okumasına “izin verilir” ancak ailesinin oturduğu şehir dışında bölüm yazamaz (kız başına gidilmez başka şehre), babasının/aile reisinin istemediği mesleği seçemez (orospu mu olucan başımıza?), sokağa çıktığı an sokakta, işe girse ofiste, yürüyüşe gitse parkta vs her an her yerde erkeklerin tacizine ve şiddetine uğrama ihtimali olduğundan, nefes almak dışında her konuda kısıtlanır, ailesinin “izni” şart koşulur, “başında bir erkek olmadan” ne yapsa suç olur, öldürülse “yanında erkek olmadan ne işi varmış orada?” denir.
birçok kadın evlendiğinde eşi tarafından bazen “ben karımı çalıştırmam!” gibi zorbaca yaklaşımlarla, bazen de “ne gerek var hayatım, ben çalışıyorum, sen çocuklarımıza bak, evinin hanımı ol” gibi telkinlerle iş hayatından uzaklaştırılır. sonra iş boşanma aşamasına geldiğinde bu sözler “bana mı güvendin?”e dönüşür.
yani doğduğu andan itibaren babası, amcası, abisi ve cümle erkek akrabaları tarafından, sonra sevgilisi/eşi tarafından, ömrü boyunca sokakta/okulda/ofiste karşılaşacağı onlarca tacizci erkek tarafından, hayatının sınırları çizilmiş-kuşatılmış halde yaşamaya çalışan kadın, bilmem kaç yaşından sonra boşandığında parasız pulsuz ortada kaldıysa “ee sen de bu yaşına kadar neden kendine bakacak gelire sahip olamadın?” diye sormak ahmakçadır.
kadınları sonsuz özgür bırakın, okurken ve meslek seçerken kısıtlamayın, tecavüz etmeyin, öldürmeyin, sonra parasını kazanmazsa söz, en büyük destekçiniz ben olacağım.
bunlar gerçekleşmeden, instagram üzerinden gördüğünüz, iş adamı olan eski kocasından yüklü nafakalar koparmış 3-5 “ünlü” kadın üzerinden “hayat kadınlara güzel!” çıkarımı yapmayın.
hoş aklı olan bu ortamda kadın, çocuk, ağaç ve sokak hayvanı olunca neler çekildiğini bilir zaten.
ve çeliğe su verildi kitabını aklıma getiren başlık.
ilk kez okuyanları kıskandığım kitaptır ayrıca.