jackofalltrades

her eve lazım (734)

Ocak 2013 - 2123 Entry - 351 Follower - 152 Following
Last Entrys:
eğlendin mi bari?

tanrıyla tanışıldığında kurulacak ilk cümle - 303 favorites -
sosyal medya çağını özetleyen teori

ilk kez mark granovetter tarafından 1973’te ortaya atılan 'the strength of weak ties' (zayıf bağların gücü) tezine göre, insanlar iş, bilgi veya fırsat gibi yenilikleri çoğu zaman zayıf bağlar aracılığıyla edinirler, çünkü bu bağlar farklı sosyal ağları birbirine bağlar.

güçlü bağlar (strong ties), aile, yakın arkadaşlar gibi sık iletişimde olunan, duygusal olarak güçlü ilişkilerdir. zayıf bağlar (weak ties), ise tanıdıklar, arkadaşların arkadaşları gibi, daha seyrek iletişim kurulan ama farklı sosyal çevrelere erişim sağlayan ilişkilerdir. granovetter, yakın arkadaşlarımızın (güçlü bağlar) duygusal destek sağlarken, bizi yeni fırsatlar, fikirler ve bilgilerle tanıştıranların genellikle tanıdıklarımız (zayıf bağlar) olduğunu savundu.

granovetter, iş, bilgi veya fırsat gibi örnekler üzerinde durmuştur. günümüzde ise zayıf bağların gücü, psikolojik ve sosyolojik destek alanlarında kendisini göstermektedir. güçlü bağlar ve yakın ilişkiler zaman içinde azalmıştır ve bireysellik artmıştır. aynı hane içinde yaşayan insanların sayısı azalmış, modern yaşam insanları birbirinden uzaklaştırmış, dost diyebileceğimiz kaliteli ilişkiler azalmış, arkadaşlar daha az görüşebilir olmuş, kişisel alan ve sınırlar önem kazanmıştır. bu süreç içerisinde sosyal medya ve internet üzerinden iletişim daha yaygın ve önemli hale gelmiştir. evrimsel biyoloji ve evrimsel psikolojinin gerektirdiği bağ kurma, onaylanma, paylaşma, duygusal destek, birlik olma ve topluluk olma ihtiyaçları ise devam etmektedir. sosyal medya ve internet (instagram, twitter ve evet ekşi sözlük gibi) bu alanda giderek artan boşluğu doldurmaktadır. zayıf bağların faydalarından biri, aidiyet ve güvenlik duygusu sağlamaları ve kendimizi bir topluluğun parçası gibi hissetmemize yardımcı olmalarıdır. sosyal medyadaki beğeni butonu ve görüntülenme sayıları sayesinde insanlar beğenilme ve onaylanma ihtiyaçlarını gidermektedir. sanal topluluklar ve gruplar kendiliğinden oluşmakta, fikirler ve duygular fiziksel sınırları aşarak insanları bir araya getirmektedir. böylece insanlar modern çağın getirdiği yalnızlık duygusunu teknoloji sayesinde aşmaya çalışmaktadır. bu şekilde kültürel ve fikirsel çeşitlilik artmakta, bunun yanında sosyal sermayemiz zenginleşmektedir.

ironik olarak bu yalnızlaşmaya yol açan da hızlı büyüme ve teknolojik gelişmelerin vaat ettiği kısa süreli tatmindir. kapitalizm önce sorunu yaratır, sonra da çözümünü satar. zayıf bağların getirdiği olumlu yanların yanında, olumsuz yanlar da vardır. gerçekten kim olduğunu bilmediğiniz hatta belki var olmayıp yapay zekanın bir ürünü olan sanal karakterler ile maskelerin, personaların ve perdelerin arkasından iletişim kurmaktayız. kurduğumuz bağlar yüzeyselleşmekte, sosyal medya ilişkileri bazen görünür ama derin olmayan hale gelmektedir. bu, bazen duygusal destek yerine, sadece sembolik etkileşim üretir. çok sayıda takipçi, sosyal destek hissi yaratabilir ama bu yanılsama olabilir ve gerçek dayanışma çoğu zaman güçlü bağlardan gelir. algoritmalar ve yapay zeka, bazı zayıf bağları sınırlayıp sizi aynı tip insanlar ile görüşlerin olduğu yankı odaları (echo chambers) ve görünmez filtre balonlarına hapsedip, farklı çevrelerle teması sınırlayabilir. sonuç olarak da belirli fikirlerin ve kişilerin baskın olup diğerlerinin yok olduğu groupthink durumunu ortaya çıkarabilir.

granovetter'in belirttiği durumun tersyüz olduğu bir çağda yaşıyoruz. ailemiz ve daha önce yakınımızda olan insanlarla fiziksel, duygusal ve zihinsel mesafemiz artarak ilişkilerimiz zayıflarken, uzakta gibi görünen insanlarla çok farklı boyutlarda bizi tatmin eden güçlü bağlar kurmak mümkün olabiliyor.

her gelişme gibi bunun bir fırsat mı yoksa tehdit mi olduğunu belirlemek bizlerin elinde. teknolojik gelişmeler, pandoranın kutusunu açtı ve bu geri döndürülemez ama gideceği yönü belirlemek her zaman olduğu gibi hala insanlığın elinde.

***

"yeni bir fikre açılan zihin, bir daha asla orijinal boyutuna geri dönmez."

albert einstein

***

kaynak:
https://www.verywellmind.com/…ental-health-11731549
https://www.psychologytoday.com/…power-of-weak-ties

the strength of weak ties - 12 favorites -
1. kütüphane kelimesi nereden gelir?
kütüphane kelimesi, arapça "kütüb" (kitaplar) ve farsça "hane" (ev) kelimelerinin birleşiminden oluşur. yani tam anlamıyla: kitapların evi.

2. antik dünyanın ilk kütüphanesi nerede kuruldu?
m.ö. 7. yüzyılda asur kralı asurbanipal, ninova’da (bugünkü irak) dünyanın ilk sistemli kütüphanesini kurdu. kil tabletlere yazılmış 30.000’den fazla belge içeriyordu. gılgamış destanı’nın da bulunduğu bu arşiv, insanlık hafızasının ilk büyük evlerinden biri sayılır.

3. antik çağ'ın efsanesi: iskenderiye kütüphanesi
m.ö. 3. yüzyılda kurulan iskenderiye kütüphanesi, antik dünyanın en büyük bilgi merkezidir. 400.000 ila 700.000 arasında papirüs ruloya ev sahipliği yaptığı düşünülür. pek çok kaynak, bu kütüphanenin yanarak yok olduğunu yazsa da, asıl sonunun politik ve ekonomik çöküşlerle geldiği düşünülüyor.

4. per-ankh – bilginin "yaşam evi"
antik mısır’da kütüphanelere "per-ankh" denirdi. anlamı: yaşam evi. çünkü bilgi, yalnızca biriktirilmezdi. öğretilir, aktarılır, yaşatılırdı.

5. dünya'nın en büyük kütüphanesi hangisi?
library of congress (washington d.c., abd). 170 milyonun üzerinde kaynak barındırıyor. 470’den fazla dilde kitap ve belge içeriyor. her gün yaklaşık 12.000 yeni kaynak koleksiyona ekleniyor.

6. avrupa’nın en eski kütüphanesi neresi?
st. gallen abbey library (isviçre). 8. yüzyılda kurulmuş. hâlâ orijinal binasında hizmet veriyor. el yazması koleksiyonları unesco dünya mirası listesinde.

7. osmanlı’da ilk kütüphaneler nasıl doğdu?
osmanlı’da ilk vakıf kütüphaneleri, medreselere bağlı olarak 15. yüzyıldan itibaren kuruldu. en meşhurlarından biri: süleymaniye kütüphanesi. el yazmaları, fermanlar, bilimsel risaleler hâlâ araştırmacılara açık.

8. kütüphane kartı olan insanlar daha uzun yaşıyor mu?
harvard üniversitesi’nden bir araştırmaya göre, düzenli okuma alışkanlığı, yaşam süresini uzatıyor. özellikle kurgu kitap okuyanların, zihinsel esneklik ve empati düzeyi daha yüksek. bu yüzden bir kütüphane kartı, bazen bir sağlık sigortasından daha etkili olabilir

9. kitaplar dijitalleşiyor ama kütüphaneler hâlâ neden önemli?
çünkü kütüphane sadece bilgi arşivi değil, aynı zamanda sessiz düşünce mekânı, toplumsal eşitlik aracı, ortak hafıza alanıdır. yani kütüphaneler, dijital çağda da "yaşayan evler" olmayı sürdürüyor.

kaynak:
https://www.linkedin.com/…geliyor-sinan-sulun-yyh7e

kütüphane - 8 favorites -
akademide paradigma devrimi: yapay zeka (yz) artık "birinci yazar"

doğu çin normal üniversitesi (east china normal university - ecnu), akademik yayıncılık normlarını kökten değiştiren radikal bir adım attı.

üniversitenin eğitim fakültesi, yapay zekanın zorunlu birinci yazar olduğu makalelerin sunulmasını şart koşan bir çağrı yayınladı. insan araştırmacılar? yalnızca eş yazar veya sorumlu yazar olarak yer alabilecekler.

bu neden devrim niteliğinde?

geleneksel yaklaşım: yz = yardımcı araç
yeni paradigma: yz = araştırmanın özü

araştırmacıların rolü şöyle yeniden tanımlanıyor:
- görev başlatıcı
- araç seçici
- öğretim tasarımcısı
- kalite değerlendiricisi
- sonuç bütünleştirici

şeffaflık zorunluluğu
yazarlar, "yapay zeka tarafından üretilen içerik açıklama tablosu" ile tüm süreci detaylandırmak zorunda:
- kullanılan yz araçları ve sürümleri
- uygulama adımları
- üretilen içeriğin makaledeki konumu ve oranı

ikili inceleme sistemi
ilk inceleme: yz sistemi tarafından
nihai değerlendirme: uzman komitesi tarafından
"yapay zeka insanları, insanlar yapay zekayı değerlendirir."

kritik sorular
bu gelişme karşısında akademik camiayı bekleyen temel sorunlar:
- yz giderek daha fazla araştırma görevi üstlenirken, insan araştırmacıların rolü nasıl yeniden tanımlanmalı?
- özgünlük ve akademik katkı kavramları nasıl evrilmeli?
- etik sınırlar nerede çizilmeli?
- bu cesur bir yenilik mi, yoksa akademik değerlere yönelik bir tehdit mi?

kaynak:
https://x.com/…bozkurt55/status/1976540761345729020

yapay zeka - 7 favorites -
"yalnızca iyi insanlar arasında dostluk var olabilir, çünkü kötü insanların sadece suç ortakları vardır; çıkarcı insanların iş birlikleri vardır; politikacıların yandaşları vardır; kraliyet mensuplarının saray adamları vardır; ve yalnız, iyi insanların dostları vardır."

voltaire

dostluk - 2 favorites -

nobel ekonomi ödülü - 0 favorites -
joel mokyr, "teknolojik ilerleme yoluyla sürdürülebilir büyümenin ön koşullarını belirlediği için", philippe aghion ve peter howitt ise
"yaratıcı yıkım yoluyla sürdürülebilir büyüme teorisi için", alfred nobel anısına verilen 2025 isveç merkez bankası ekonomi bilimleri ödülü'nü aldılar ve yeni teknolojinin sürdürülebilir büyümeyi nasıl sağlayabileceğini gösterdiler.

son iki yüzyılda, tarihte ilk kez, dünya sürdürülebilir bir ekonomik büyümeye tanık oldu. bu, çok sayıda insanı yoksulluktan kurtardı ve refahımızın temellerini attı. bu yılın ekonomi bilimleri ödül sahipleri joel mokyr, philippe aghion ve peter howitt, inovasyonun daha fazla ilerleme için nasıl ivme sağladığını açıklıyor.

ödül sahipleri bize, sürdürülebilir büyümenin hafife alınamayacağını öğretti. insanlık tarihinin büyük bir bölümünde norm, büyüme değil, ekonomik durgunluk olmuştur. çalışmaları, sürekli büyümeye yönelik tehditlerin farkında olmamız ve bunlarla mücadele etmemiz gerektiğini gösteriyor.

isveç kraliyet bilimler akademisi, alfred nobel anısına 2025 isveç merkez bankası ekonomi bilimleri ödülü'nü "inovasyon odaklı ekonomik büyümeyi açıkladıkları" için joel mokyr, philippe aghion ve peter howitt'e verdi.

mokyr, sürdürülebilir büyümenin yeni normal haline gelmesinin nedenlerini ortaya çıkarmak için tarihsel kaynakları bir araç olarak kullandı. aghion ve howitt de sürdürülebilir büyümenin ardındaki mekanizmaları inceledi. 1992 tarihli bir makalede, yeni ve daha iyi bir ürün pazara girdiğinde, eski ürünleri satan şirketler zarar gördüğü, yaratıcı yıkım olarak adlandırılan bir matematiksel model geliştirdiler.

kaynak:
https://www.nobelprize.org/

2025 nobel ekonomi ödülü - 7 favorites -

öz-aşkınlık - 0 favorites -
savoir vivre, fransızca 'yaşamayı bilmek' ve 'yaşama sanatı' anlamlarına gelen bir sözdür.

bu kavram aynı zamanda:
- görgü ve nezaket kuralları,
- incelik ve zarafet,
- kabul görmüş toplumsal davranış biçimleri,
- iyi yaşam zevki,
gibi anlamlar da taşır.

günümüzde 'savoir vivre' kalıbının bazı bağlamlarda üst tabakaya mensup, yüksek kültür ve lüks ile ilişkili grupların yaşam tarzlarını ifade etmek için kullanıldığı da görülebilir.

türkçe karşılığı 'yaşamayı bilmek', italyanların 'dolce vita' yani 'tatlı hayat' kavramı benzeri zevk içinde geçen hayat çağrışımı yapar. italya, sanat, tarih, mutfak ve büyüleyici manzaralarıyla tanınan, zarafet ve keyif sembolü bir ülkedir. italya'yı özel kılan unsurlardan biri de la dolce vita, yani 'tatlı hayat' felsefesidir. bu yaşam tarzı, hayatın güzelliklerini kutlamayı, sadeliğin keyfini çıkarmayı ve her anı dolu dolu yaşamayı teşvik eder.

almanca 'lebenskunst' kelimesi de yaşama sanatı anlamına gelse de, kişinin varoluşla başa çıkması gibi daha felsefi bir kavram ve uçlarda ise zor, kritik ve varoluşsal sıkıntılı durumlarda hayatta kalma, uyum sağlama ve özdenetim anlamlarına da gelen daha karmaşık bir kavramdır.

fransızca 'savoir vivre' ise, belki de sınırları hem kuzeyde kuzey denizi'ne, hem de güneyde akdeniz'e dayanması ile daha dengeli bir karakter ortaya koyar.

1789 fransız devrimi'nin ardından, insan haklarını korumak amacıyla yayımlanan fransız insan ve yurttaş hakları bildirgesi de bu topraklardan çıkarak hayattaki hak ve özgürlüklerin öneminin simgesi olmuştur. fransa cumhuriyeti'nin temellerini oluşturan liberté (özgürlük), égalité (eşitlik), fraternité (kardeşlik) kavramları da 'savoir vivre' kapsamında savunulması gereken haklar olarak karşımıza çıkar.

özgürlük demişken, toplum sözleşmesi'nin yazarı jean-jacques rousseau'nun tanımını anmadan geçmek olmaz. "özgürlük, her istediğini yapmak değil, istemediğini yapmamaktır" demiştir ünlü düşünür.

fransa’da "manuel de savoir-vivre" başlığıyla çıkan pek çok edebi ve didaktik kitap vardır. bunlar 18. ve 19. yüzyılda özellikle burjuva toplumunun görgü ve zarafet kurallarını öğretmek için yazılmıştır.

montaigne tarafından yazılan denemeler kitabı, doğrudan görgü kitabı olmasa da, yaşamdan zevk alma, ölçülü olma ve insan ilişkilerinde uyum konuları 'savoir vivre' anlayışıyla örtüşür. denemeler’de sık sık şu düşünceyi dile getirir: "en büyük sanat, yaşamayı bilmektir." montaigne'e göre gerçek bilgi, yaşamın tadını ölçülü biçimde çıkarabilmek, ölüme bile dostça yaklaşabilmektir.

farklı filozoflar da yaşamla ilgili fikirlerini eserlerinde dile getirmişlerdir:

sokrates, ünlü sözü "sorgulanmamış bir hayat, yaşamaya değmez" ile yaşamı bilinçli, erdemli ve kendini tanıyarak sürdürmenin önemi vurgulanır.

antik yunan’da sophrosyne kavramı da ölçülülük ve dengeye yaptığı vurgu ile savoir vivre’in özünü yansıtır.

aristoteles, eudaimonia ile iyi yaşamı en yüksek amaç olarak tanımlar. ona göre yaşamın sanatı, erdemli bir denge kurmak ve mesetos (altın orta) ile mümkündür. bu, hem bireyin mutluluğunu hem de toplumla uyumlu bir yaşamı içerir.

la rochefoucauld ve la bruyere, toplumsal ilişkilerde incelik, içtenlik ve nezaketin değerini anlatmışlardır. onlara göre savoir vivre, hem kendini tanımanın hem de başkalarının duygularını gözetmenin birleşimidir.

nietzsche, yaşam sanatı fikrini daha radikal biçimde işler: "hayatınızı bir sanat eseri gibi yaratın." ona göre savoir vivre, toplumun dayattığı görgü kurallarına körü körüne uymak değil, kendi değerlerini oluşturarak özgün bir yaşam biçimi yaratmaktır.

michel foucault, 'kendilik kaygısı' (le souci de soi) kavramıyla, yaşamayı bilmenin etik bir ödev olduğunu vurgular. antik felsefeden esinle, insanın kendi üzerine düşünmesini, kendini şekillendirmesini bir tür 'yaşam sanatı' olarak görür.

albert camus, sisifos söyleni’nde, yaşamın anlamsızlığını kabul edip yine de hayatı bilinçli ve asilce sürdürmenin önemini anlatır. camus’ye göre 'savoir vivre', hayatın çelişkilerini ve saçmalığını inkar etmek değil, onlara rağmen hayatı kucaklamaktır. hatta neredeyse inadına yaşamaktır.

bende yarattığı çağrışım ise, hayatın hakkını vermek gibi bir kavramla özetlenebilir. yani, dünyaya gelmenizin fark yaratması ve iz bırakmaktır. böylece sizin dokunduğunuz insanlardaki fikirleriniz ve etkiniz sizi aşarak devam eder. (bkz: öz-aşkınlık)

ralph waldo emerson, leo calvin rosten, thomas carlyle gibi kişilere atfedilen "hayatın amacı mutlu olmak değil. faydalı olmak, onurlu olmak, şefkatli olmak, yaşamış olmanın ve iyi yaşamış olmanın bir fark yaratmasıdır." sözü de bu noktayı vurgulamaktadır. merak edenler için bu söze en yakın ifade, leo calvin rosten'e aittir.

neden bireysellikten vazgeçip toplum ya da başkalarının esenliği için davranmalıyız? aslında bu kısım çelişkili bir durum değil. eğer maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisini incelerseniz, kişinin ancak kendi ihtiyaçlarını belirli bir oranda karşıladıktan sonra diğeri ve toplum için fark yaratacak duruma gelebileceğini ve onlarda saygınlık uyandıracağını görürsünüz. ancak bu şekilde kişi ulvi bir amaç uğruna kendini aşabilir ve kendini gerçekleyebilir. belki de modern toplumun sorunu, alt basamaklarda tüketimle oyalanacak bireyler yarattığı için, insanı insan yapan, beraberlik, işbirliği ve toplum yararına aktivitelerden uzaklaşmamızdır.

viktor frankl da kendi gerçekleştirme olgusuna varoluşçu bir bakış açısıyla yaklaşmış ve bu süreci yaşamda bir anlam bulma ile ilişkilendirmiştir. kendini gerçekleştirme kavramı yerine 'kendini aşma' ya da 'öz-aşkınlık' (self-transcendence) kavramını kullanan frankl’a göre, insanın var oluşunu en üst seviyede anlamlı kılabilmesi büyük ölçüde 'kendini aşma' sürecinde göstereceği başarıya bağlıdır. kendini aşma; insanın, kendinin dışında veya ötesinde bir şeye, bir insana, bir amaca veya inanca yönelmesi; bu uğurda kendini adaması anlamına gelmektedir.

bazen görgü kuralları kavramıyla eş anlamlı gibi kullanılsa da, 'savoir vivre' daha geniştir. hem dış dünyaya karşı saygılı ve zarif olmayı, hem de bireyin kendi yaşam kültürünü geliştirmesini kapsar.

burada pierre bourdieu tarafından tanımlanan sermaye kavramına varırız. bourdieu, fiziksel, kültürel, sosyal ve sembolik sermaye olarak dört tip tanımlama yapar. fiziksel sermaye, paramız ve sahip olduğumuz fiziksel varlıklar gibi alanları kapsar. kültürel sermaye, bilgi birikimi, düşüncelerimiz ve yaratıcılığımız gibi alanlara dokunur. sosyal sermaye, ailemiz, ilişkilerimiz ve çevremizdeki insanları kapsar. sembolik sermaye ise niteliklerimiz ve saygınlığımızdır. biz zenginlik diyince hep fiziksel sermayeyi aklımıza getiririz. oysa ki tüm bu sermayelerin, yani birikimlerin toplamı bizim zenginliğimizdir. ama iyi bir haberim var. bu sermaye türleri birbirleri arasında belirli bir oranda dönüştürülebilir. eğer tüm hayatımızı belirli bir sermaye türüne odaklarsak diğerleri eksik kalır. işte bence gerçek 'savoir vivre', genel anlamda hayatın tüm boyutları ve yönleri arasında bir dengeyi bulabilmektir.

kaynak:
https://www.leajourneys.com/…-tatli-yasam-felsefesi
https://de.wikipedia.org/wiki/lebenskunst
https://quoteinvestigator.com/2014/11/29/purpose
https://www.umitakcakaya.com/…rankl-ve-kendini-asma

savoir vivre - 67 favorites -
zihin, anlam üreten bir makinedir. hassas bir zamanda kontrol altına alamadığı ve belki de hala kontrol edemediği duygulara "anlam kazandıran" hikayeler üretecektir.

normal efsanesi - gabor mate

anlam - 58 favorites -
"dolanıklık (entanglement), kuantum mekaniğinin özüdür. bize dünyanın hayal ettiğimizden çok daha fazla birbirine bağlı olduğunu söyler."

anton zeilinger

bonus: (bkz: sistem teorisi)

dolanıklık - 8 favorites -