emir was here

leziz (661)

Ağustos 2011 - 660 Entry - 10 Follower - 7 Following
Last Entrys:
imla bilmez, insanlık bilmez, psikoloji bilmez, sosyoloji bilmez ayı oğlu ayının biri tarafından yazılmış paçavradır.

işin asıl can sıkıcı kısmı sermayeyi elinde tutan kitlenin aslında hepsinin beklentisinin bu olması, sadece aşırı cahil özgüveni olanların bu fikirleri metne dökebilmesidir. yoksa sözde kurumsal şirketlerdeki siksok yöneticilerin de pek bir farkı yok bu coğrafyada.

ne diyeyim, ruhunuzu sikeyim kasabalılar.

işyerindeki kölelik şartnamesi - 83 favorites -

sözlükçülerin spotify çalma listeleri - 2 favorites -
garip ölür garip yaşayan
yalnız olur soğuk fayansların üzerinde
soluk soluğa cebelleşirken eceliyle

ambulansı da kendi arar garip
can havliyle fısıldar adresini ahizenin karşısındakine
ufak ufak adımlarla yürürken son perdesine dünya sahnesinde

kim bilir ne gamlar, ne hikayeler, ne filmler de gider onunla birlikte
gururlu olur garipler; bahsetmezler hiç yokluktan, bitiklikten
hemen bir sigara tellendirirler o günler her akıllarına düştüğünde

hikaye bu ya; mahpuslukta öldürmeyen kader evde bulur garibi
yetmez gibi, bir bayram sabahı bulur hem de, şöyle demli bir çay ertesi
kimse bilmez bir sonraki bayram için ne hayal etmişti, acı kahvenin telvesinde

küs olan eş-dost-akraba düşmüş müdür acaba aklına o son anlarında
helal etmiş midir eğer varsa hakkını, yoksa son sinkaf onlara mı gitmiştir
asla bilemeyecek geride kalanlar, onun en son ne gördüğünü o yorgun gözlerinde

ah dayım, vah canım dayım
cenazene bile gelemiyorken ben,
sanki mahpus olmuşken bu kahpe şehre
sen iki metre toprağın altında
üşürsün bence bu gece.
buz olur bizim oraların ayazı
buz olur zaten insan yalnız öldüğünde
ben haftalar sonra gelip de
buz gibi bir mezar taşında adını gördüğümde
cız edecek içimdeki sıcak kalan son şeyler de
bu kaşar düzene, mala, mülke, paraya, tüfeğe
vara, yoğa, tamah eden herkese
oynayamasa da artık senin dudakların
tasalanma bunun için, endişelenme
ben verip veriştireceğim artık senin yerine de.

şad olsun ruhun,
dedemlere çok selam söyle.
vesselam.

sözlük yazarlarının şiirleri - 3 favorites -
bu gökkubbe öyle bir yıkılacak ki üzerimize
tepemize yağacak yeryüzündeki her renk
yerlerden toplayacağız yıldızları, galaksileri
yerlerden toplayacağız titreşen tüm parçacıkları
senin belini saracak satürn'ün kuşağı
bense boynuna bir kolye yapacağım jupiter'in uydularından

güneşin parçaları batacak ayaklarımıza
sen süpürgeyle çekmeye çalışacaksın,
bense büyük parçalarını toplayacağım ellerimle
yükselince sular, sahilimize vuracak yeryüzündeki tüm denizlerin kabukları
her çocuğa yetecek kadar kumdan kaleler yapacağız sonra
sen salıncakta sallandıkça, savruldukça saçların rüzgarlarla
tüm evren eşlik edecek senin şen kahkahalarına

dünyayı sıkıyorum avuçlarımda,
biraz daha sıksam parçalanacak gibi sanki.
bilirsin bu hissi,
tuz ve buz olacak birazdan her şey, ters yüz
ben renklerin hepsini birbirine karıştıracağım az sonra
mavi ağaçlar, siyah bir deniz, kırmızı çimler, gri renk çiçekler
hepler ve hiçler aynı masada oturacak ilk kez
ve ilk defa kulakları sağır edercesine sessiz olacak bu şehir

*

progresif gece şiirleri - 2 favorites -
kin gütmedim lakin cevap ver, kim gitmeli?
çöp konteynırı falan yok bu semtte, sokakları kirli.
küçük ve ekseriyetle eksikleri olan bu evde
hür irademle tutsakken ben
bir elimde ay, bir elimde güneş
bir omzumda dünyanın yükü, bir omzumda arzular...
yıldızlara dokundum.
fısıldadım geceye; kedilerle, martılarla konuştum
meşklere, meylere hemhal
uzaklara yakınken, kendime hep söylendim, yakındım
aynı şarkıyı farklı şehirlerde dinleyip
aynı öfke, aynı adam, aynı küfür, aynı gece...

ey kağıt! anlatamam sana her şeyi
anlamayacağından değil, yargılayacağından
çünkü annem hep derdi ki
"alim unutmuş, kağıt unutmamış"
korkarım kötü şeylerin hatırlanmasından
ama ben en çok kendimden korkarım
ya elimdeki sıcak ve ıslak kan kendi damarlarımdan akmamışsa?
unutma:
sıcak ve ıslak.

progresif gece şiirleri - 0 favorites -
bir silahın ağırlığını ve soğukluğunu ilk kez hissettiğimde sırtımda
içimdeki dağın zirvesine kar yağdı
eteklerinden gelen rüzgar, üşüttü avuç içlerimi
uzakta olmak
kendinden dahi ırak
ne için burada olduğunu dahi bilmeyen diğer çocuklarla aynı yemeğe kaşık sallamak

yeryüzündeki en kötü şey bence bir yolu gözlemek
o yoldan gelecekleri beklemek için değil fakat
o yoldan gideceğin o günü beklemek

özlem ete kemiğe büründüğünde
bazen bir yağmur damlası olur
bazen bir kar tanesi
bazen jilet gibi kesen rüzgar
bazen kana kana içtiğin kireçli su
ben, gökyüzünde daha önce görmediğim renkleri gördüm
ilk kez bu kadar yakındı yıldızlar
ve ilk kez bu kadar yakındım kendimden dahi uzakta olmaktan

bitinceyse her şey
bir hüzün oturdu içime
bir şeylerin bitiyor olmasından korkarım hep
oysa
bazen gözlerimi kapatıp ait olduğum yerde düşlerdim kendimi
yaz sıcağının kemiklerimi ısıttığını,
sonraysa hafif ılık bir rüzgarın usulca çarptığını yüzüme
fakat dedim ya, bitmesi korkutuyor beni bir şeylerin
sanki unutulacakmış gibi
en kötüsü unutacakmışım gibi
zoru hatırlayamazsam zorda olmadığımı nasıl bilirim
nasıl açıklarım kendime, gurur duymasını kendiyle...

sonra cam kenarı yolculuklar yaptım
her şehirde defalarca durup farklı hayatları indirip bindirdik
kimi evine, kimi ölüme, kimi sevdiğine, kimi okuluna
ve ben izledim onları gözlerimi dikerek
her molada farklı şehirlere izmaritler bıraktım benden
her şehre telefon konuşmalarını, ayaklarımdaki tozu, eve biraz daha yaklaşmanın hazzını bıraktım

ve evet
farklı hayatlardan 50 farklı çocuk
farklı 50 hayal için
50 farklı şehre
aynı gece
farklı otobüslerle
hareket ederken
aynı rüyayı gördü

velhasıl kelam
uzun zaman sonra ilk kez kendi seçtiğim bir şarkıyı dinlerken
bunlar düştü kağıda
ne büyük bir nimetmiş aslında yalnız olmak,
koca bir odada tek başına,
sadece kendinle başbaşa...

emir, mart 2019.
izmir

progresif gece şiirleri - 0 favorites -
ateşlere dokundum çıplak ellerimle
oysa
ne odundum, ne çıra, ne de pişmiş bir kuldum.
aksine
dört yanımda zemheri.
hep ürperir,
yerli yersiz üşürüm doğduğum günden beri.

ardından
yollar yürüdüm, zamanlar eskittim, güçlü kalmak için unuttum.
farkettim ki,
en çok en korktuğum anlar yer tutmuş hafızamda.
bazen ölmekten, bazen öldürmekten...
ne eksik, ne de fazla.
bu, üç perdelik ve sonunda kimsenin ölmediği bir polisiye-trajikomedya
en önden el çırparken insanlar perde kapandığında,
onları başımla selamlayacak ama eğilmeyeceğim,
sevmediğin birine zorunlu verilen resmi bir selam gibi
onları medenice yok sayacak, reddedeceğim.
çünkü bilirim,
bana edilmeseydi bu kadar hayır-dua,
düşmeseydi üzerime bu kadar ana-baba
az önce el çırpanların hepsi ya birer şahit ya da suç ortağı olacaktı,
parmaklarıyla gösterip
"evet oydu" diyeceklerdi,
"evet, o yaptı."

bazen
gözlerimi kapatıp, sırtımı yasladığımda
yabani kelebekleri görürüm.
çiçekleri ve uçsuz bucaksız buğday tarlalarını
bir çocuk görürüm orada,
kirli üstü başıyla hızlıca koşan ve kaybolan buğday başlarının arasında.
endişelenirim,
ya bir şey geldiyse başına?
az sonra
sesini duyarım uzaktan.
kahkahalarını ve kıkır kıkır gülmelerini.
işte o an bilirim güvende ve mutludur çocuk.
ağzımın kenarında bir gülücük belirir,
bir gülücük belirir sanki kendimi güvende hissediyormuş gibi.
sanki o ateş misali kavurucu güneşin altında
alnındaki teri koluyla silerken
buz gibi soğuk suyu içen çocuk benmişim gibi.

"evet, ben içtim"

2016-2018
izmir

emir

progresif gece şiirleri - 1 favorites -
uzun zaman oldu değil mi,
inanmayacaksın fakat buralarda değilken bulutlara dokundum
arınınca kinden, akınca irin
silinince geçmişin pası, kiri, kirli izleri
bir sabah uyandığımda sanki yeni bir beden buldum

inanmayacaksın fakat dün göçmen bir kuşla konuştum
hayır, bir klişe olarak seni falan sormadım kuşa amına koyayım
gördün mü, şiirde bile hemen seviyeyi düşürdüm
omuzlarımdan düşünce yükler, yeniden gülerken yansımamda dişlerimi gördüm

inanmayacaksın fakat geçen gece deliksiz, hareket dahi etmeden uyudum
yeniden sürdüğüm savaş boyalarını silince yüzümden, savaşmadım kimseyle düşlerde
ne adalet götürdüm rüyalarımda bir yere,
ne de "keşke şunu da deseydim" pişmanlıklarının tezahürü kötü adamlarla uğraştım

inanmayacaksın fakat ben bir senede on yıl büyüdüm
usul usul yaklaşırken yirmili yaşların sonlarına,
kahpeliğin de götlüğün de her türlüsüne en ön sıradan el çırptım sinemalarımda
velhasıl kelam,
kalan tek miras paranoya, paranoya, paranoya.

inanma.

kime dahi yazdığımı bilmediğim bu sikik şiiri sonlandırırken
eskilerden bir şarkı geldi aklıma
tren geçiyordu içinde, ilkbahar geçiyordu. hasretler, özlemler, sitemler
müzik dinlemeden uyuyamadığım gecelerde dinlerdim hep,
gözümün önünde şu an zihnimde şarkıya çektiğim klipler
dinledim dün sabah, en ufak bir duygu dahi uyandırmadı içimde
hatta düşündüm de, götümle güldüm zihnimde çektiğim klibe

büyümek duygularından arınmak değil cancağızım
büyümek, haketmeyen insanlara tek duyguyu göstermek
nefret.

ben de isterdim 1 sene sonra girilen entry biraz daha insanca olsun fakat
biliyorsun, hamurum böyle işte,
affet.

hehe. ecdadını sikeyim
(kime ettim lan bu küfürü şimdi?)
kıyak bitti

sözlük yazarlarının şiirleri - 1 favorites -
(bkz: #60529672)

radiohead - 0 favorites -
en büyük çocukluk hayalim bir gitara sahip olmak, gitar çalmaktı. ailemin yönlendirmesiyle dördüncü sınıfa giderken bağlama kursuna yazıldım. hatta sınıftan başka arkadaşlar da dahil oldu ve sene sonunda birkaç türkü çalmıştık okul töreninde.en nihayetinde, ilk gitarıma orta birinci sınıfa giderken sahip oldum. biraz kazıklanmıştık ama değmişti kurduğum hayallere. hatta boktan bir "gitar çalmayı öğreniyorum" cd'si vermişlerdi gitarın yanında. o dönem internet evlerimize girmediğinden bu cd ile öğrenmeye çalıştım önce, sonra da annemin öğrencilerinden yiğit abi gelip öğretti akorları, birkaç şarkının akorlarını yazdı verdi kağıda. allahım delilikti bu. sevdiğim şarkıları,sevdiğim enstrümanla çalmak. aklımı kaybedecek gibi oluyordum. bazen kendim çıkartıyordum bazı şarkıların akorlarını. çevremde pek arkadaşım yoktu gitar çalan, tek tük olan kişilerle de değiş tokuş yapıyorduk çıkarttığımız akorları.

günler, aylar, yıllar geçti sonra. liseye giderken bir yaz babamın bir akrabasının yanında çalıştım. her türlü pis ortama girip çıkmamın ya da sabahın beşinde uyanıp akşam dokuzda evde olmamın sorunu yoktu benim için. bir derdim vardı çünkü, bir amacım vardı. üç aylık çalışmanın sonunda elime geçen parayla hemen alsancak'taki müzikevlerinden birine gittim. ara sıra gidip dolaşıyordum bazen, dokunuyordum, elime alıp çalmaya niyetlenip sonra da geri koyuyordum yerlerine. velhasıl kelam, bütçem çok fazla değildi. satıcı gelip aklımda bir marka olup olmadığınu sordu, ben de hem elektro gitar hem de amfi alacağımı, bütçemin de ne olduğunu söyledim. amfiyi önerdi adam, ve en sonunda şu soruyu sordu:

-ne tarz müzik dinliyosun peki sen, ona göre bir gitar önereyim? hangi grupları dinliyosun ya da?
+sabah akşam radiohead dinliyorum.

adamı verdiğim cevap tatmin etmedi ki birkaç grup daha saydırdı sonra. daha soft ses veren gitarlardan birini verdi sonunda ve geldim eve gitarla. sizi aslında hiç ilgilendirmeyen bu hikayenin ne işi var değil mi bu başlığın altında? şunu anlatmak istiyorum: radiohead öyle bir grup ki, size ne vereceğini asla tahmin edemiyorsunuz, herhangi bir tarzla sınırlayamıyorsunuz. bir şarkılarını ilk kez dinlediğiniz zaman ne akor yürüyüşünüzü tahmin edebiliyorsunuz, ne de şarkının nerede yükselip nerede düşeceğini. kaç kişi inanır idioteque, i will, street spirit, exit music, lotus flower, the national anthem aynı zihinlerin ürünü dense?

öyle bir kitle yarattı ki grubun şarkılarındaki bu çeşitlilik; hala yeni bir ok computer bekleyen de var, yeni bir kid a bekleyen de. in rainbows ile eski radiohead geri döndü diye düşünenler, arkasından the king of limbs'in gelmesiyle bu yüzden hayal kırıklığına uğramıştı belki de.

a moon shaped pool için ilk söyleyeceğim şey, açıkçası her ne kadar yukarıda uzun uzun ahkam kessem de ben de burn the witch'i ilk dinlediğimde daha farklı bir albüm beklemeye başlamıştım. her ne kadar şarkı yaylılarla başlasa da, üzerinde neredeyse "made in thom yorke" yazan bir şarkıydı çünkü. diğer entry'lerde arkadaşlar uzun uzun anlattığı üzere bu albümde jonny greenwood'un etkisi daha sık olacak haberlerinin gerçekliğini sorgulamaya başlamıştım ki ikinci klibi yani daydreaming'i yayınladılar. uzun zaman sonra bir haftasonu sabah erken uyanmıştım ve saatlerce dinledim arka arkaya. thom yorke kapıları açıyordu, kapıları kapatıyordu. evlere giriyordu, evlerden çıkıyordu. thom yorke yaşlanmıştı ve ben büyümüştüm artık. iyice farkettim ve bir kere daha dinledim. bir kere daha. en sonunda mağarasına, ateşin başına dönerken thom yorke, gözlerimi tavana dikip şarkının sonunda tersten "half of my life" diyen thom yorke'un eski eşine ithaf ettiği bu mucizeye şahitlik yapmanın verdiği hazzı yaşıyordum iliklerime kadar.

ertesi gün albümü baştan sona dinledim yine. defalarca ve defalarca. hep elim kağıda kaleme, klavyeye gitti yazmak için ama iyice hazmetmek istedim. albümde çok eski şarkılar da var çok yeniler de. özellikle yeni şarkıların daha depresif olması az önce yukarıda bahsettiğim ayrılığın eseri diye düşünüyorum. genelde pek sevilmeyen şarkıları sevme derneği yönetim kurulu başkanı olarak ilk dinlediğimde beni vuran şarkılar present tense, glass eyes ve decks dark oldu.

a moon shaped pool ne ikinci bir ok computer, kid a ya da in rainbows. "özlediğimiz radiohead" mi, ona da bir cevabım yok. tek bildiğim şey, defalarca dinledim ve dinleyeceğim. hayatımın yarısı onları dinleyerek geçti* ama hiçbir zaman onların bir sonraki albümlerinin nasıl olacağını tahmin edemeyeceğim.*.

and it's too late
the damage is done

this goes
beyond me
beyond you *

a moon shaped pool - 8 favorites -