birikimi, söyleyegeldikleri, kaleme aldıkları ve kimi zaman hatırlatmaya çalıştıklarıyla çoktandır unuttuğumuz, üzerine toz toprağın serpilmiş olduğu bir aidiyet halinin, hepitopu belirli (az) bir sayıda kalmış bir kimliğin buralılığı hakkında detaylara vakıf olabileceğiniz çağın bilge adamlarından. mesele hiç bitmeyecekmiş gibi dağlar gibi üst üste yığılsa da bir solukluk pay bulduğunda, hevesinizi işte bu dünya dediğimiz, tek bir fikir kırıntısında bile paylaşamamak konusunda birbirinize demediğinizi koymadığınız konularınızın, düşüncelerinizdeki sabitliklerinizin asıl özeti budur diye kıssalar barındıran bir anadolu seyyahıdır. bazen yazdıkları satırlar boyunca uzun bir epiğin özeti halini alır. yaşanmışlık sinmiştir çünkü. kelimeler yazıya dizilir ve siz okudukça modern yaşantılarınızda yalnızlaşmalarınızın, ironik bile olmayan bencilliğiniz ile yüzleşebilmenize vesile olacak kimi tasvirler, tespitler ve temenniler ortaya dökülür. yanıbaşımızda, yan yanalığımızda hengame içinde neleri unuttuyor, çok uzun süredir pas geçiyor oluşumuzu ironik beslemelerle evrensel'in pazar nüshasında okurlarla buluşturur. velhasılı kelam bir ermeni kimliğinden çok daha parçalı bir insan olabilme haline dair kurdukları bu sığlıklarda nefessiz kaldığımız ortamda zihin açıcıdır. tavsiye olunur. devrim büyükacaroğlu'nun kendisiyle yaptığu şu röportaja da göz atmanızı salık veririm.
*
bir şekilde sonuçsuz, havada kalan arkası gelmeyen sorularım için sığındığım, yeter artık dediğim bu kadarı fazla diye iç geçirdiğim her çıkmazımda bazen bir anlık dinleyişin bile iyi geldiği ilahidir. dinsel ritüellerle, bağlılıklarla falan çok sıkı fıkı olmayan benim gibi düz adamlar için bile sığınaktır.
her durumda işi dönüp dolaşıp pornoya kanalize etme, cıvıklaştırma hareketinin mihmandarlarından yine yeni yeniden bu dönem için de vekil adayımız. tamam çoğulcu demokrasinin gereklerinden olan hemen pek çok şeye mütemadiyen karşısınız. bunu da endirekt olarak hazmetmediğiniz hangi konu olursa olsun bir şekilde iletmekten geri kalmıyorsunuz. bütün önyargılarınızla sunduklarınız bir ihtimal güzel bir tartışma imkanı sağlayabilir. peki. bir ihtimal nihayet konuşarak tartışarak aşılamayacak sanılan şeyleri sonuçlandırabiliriz. buna eyvallah. (tüm geniş demokrasi algımla herhangi bir yandaşlık, karşıtlık durumumu saklı kendime saklı tutarak) onu yeterince layığıyla anladık. kah bir gün muhalif bir sitenin ön yüzünde, kah bir gün eğlenmek için bakınadurduğumuz bir video paylaşım sitesinde, kah öteki gün dosya indirme olanağına imkan sağlayan aracı sitelerin açılış ekranlarında koskocaman karar numaralarıyla beraber kırmızı uyaranlar karşıladı hepimizi. o çoğunlukla derdest edildiğinden, yeterince itina gösterilmediğinden layığıyla yaşatılmadığına değine durdukları demokrasinin sınırlandırılmışlığını bizahati örneklerle çoğaltmaya doyamayan böylesi bir temsiliyet anlayışı bizleri nereye götürecektir? ahım şahım olmayan kapitalistliğin çatısından bile işin doğrusuna dair bu kadar kesin ve net sunumlandırma çabası varken el insaf konuyu pornonun en bağnaz, internet kullanıcılarının belki de %99.98'inin katılacağı gibi karşı durulan hayvanlı veya çocuk pornosu üzerinden yanıtlamaya girişmek nasıl bir mantıktır? bunu siz iktidara geldiğinizde sağlayabilirsiniz demek nasıl bir argüman fakirliği, cahil cesaretidir. engellemeler, sus pus kalın da başınız ferah olsunlardan fenafillah geldi sayın arınç ve muadili vekillerimiz. bu vekillerimiz ile her yanıyla sıfırdan anayasalar dikilse, yeniden bir şeylere teşebbüs edilse neye yarar - bizim dediğimiz olur- neticede komuta bizde, kontrol bizde denilmesinin değişik -zamane yorum- bir versiyonu mu tatbik ediliyor. düşünmekten bu kadar inatla, körlemesine bağlıkla korkuttuğunuz kadar inanmadığınız, katımadığınız ama gerçeklik dediğimiz şeyleri ortaya serebilen, yol hazırlayan fikir kırınıtılarına, o fikriyatların keskinliğine birazıcık kapıyı aralasanız ne olurdu halimiz! cidden meraklardayım sayın arınç!!!
kollektif belleği silmek için müdanasız gerçeklikte sopalar sallanarak, cız denilerek, copla, biber gazıyla şiddeti ayarlanan özünde vurgulanan tektipleşmenin, istisnasız tek bakışımın, yandaşlığın şunun bunun dışında kalmış, kalmaya direnmiş tüm renklerden haberleri ihtiva eden çatıların, internette okuru olduğumuz mecraların karşılaştığı saldırıdır. fikirleri çoğaltmak için, eleştirebilmek için geniş perspektiften türlü çeşit cümlelerle meramınınızı anlatabilmenize, yalnız olmadığınızı fark etmenize, sorun dediğimiz şeylerin nasıl da göreceli değil ortak olduğu bilincine ulaştıran medyamsı değil basın dediğimiz eski tüfeklerin anladığı dilden bir gazeteciliğin sürdürüldüğü alanlara saldırıdır. konuşmaktan, yazmaktan, tartışmaktan ve hatta kendi halkından bu kadar mı korkulur ya hu!!!
çemkirmeyi doğal bir seleksiyon gibi radikal gazetesi'nin sütunlarına taşımayı başarmış, nihayetinde uydur kaydır cümlelerini kendince cillop gibi bir ulusalcı sembolizm vurgusu ile sıvadığını daha da süsleyerek içeriği ve amacı her ne olursa olsun onu bunu her muhalif ses istencini, tepkimeyi onla bunla yaftalama serüveninde bir halkayı daha eklemiş, kuş kondurmuş köşe kadısı. afferindir kendisine! her şeyin altını üstüne getirme gayretkeşliğinin yılmaz neferi olarak, yahu adam sen de niye uğraşmıyorsun bu memleket meseleleriyle denilirmiş gibi köşesinden üzerine vazife olmaksızın, internet üzerinde yerleşik, gömülü hale dönüştürülmeye gayret edilen filtreleme (bana göre şu anda varolan isimsiz sistemle bile sansürdür) uygulamasına dair tespitlere girişmiştir. illa ki marjinalize edelim bütün bu hengameyi kopartanları sinik, zavallılar, yok olmadı şucu ve bucular diye gösterelim ki asıl mesele konuşulmasın aman sakın ha'lardan ne zaman vazgeçeceğiz. özgürlüğün kısıtlanması yeterince bariz bir biçimde ara ara kendini gösterirken gerçeklikte sıra sanallığın da mı zapturapt altına alınması geldi nedir yani? ne zaman vazgeçecekler? muktedirin olurunu alabilmek için bu kadar sığ argümanla kendilerini illa ki haklı çıkartacak bir şeyler anlatma gayretine karşı; en büyük ayarı yaranmaya çalıştıklarından eski ulaştırma bakanı binali yıldırım vermiştir zatı muhtereme. ''internete yasak koymaya kalkan karşısında beni bulur dedim" bilmem anlamlı geliyor mu...
*
beylik laflar etmeye mecal bıraktırmayacak bir biçimde sindirme, susturma ve suskunluğa teslim etmelerin geçerliliğini koruduğunu belirginleştiren müdanaasız tantana günleri. başlıkta bahsi geçen yargılamaların olması lazımgeleni adil olanı bu değildir. suçluluk karinesinin bile teveccüh göstermeye ne hacet alenen tecavüz edildiği, sistematik bir biçimde muhaliften etrafı temizleme çalışmasının başka oyununu bugün bir kere daha gördük. artık görüyoruz, biliyoruz her etraflıca söz etme gereksinimi duyduğumuzda, her sözcüğe sığınıp yanlış giden bir şeyleri anlamlandırmak, düzeltmek istediğimizde bir yaftayla yanyana duracağız birilerinin gözünde. etiketlenip ilgili birimimize dahil ettirileceğiz. olmadı hedefler haline dönüştürüleceğiz. kimilerinin sözümona gözcülüğünü yaptıkları aslında hakimleri alttan alta yönlendirdikleri, yargılayın gitsin diye içlerinden geçirdikleri adalet panayırında. pardon adalet paylaşımında. sonra tabii ki bütün o mavililerin ortalık yerde insanları taciz eden hareketlerini değil akşam haber kuşaklarında azdı yine sosyalistler, taş atıyor yaneee anarşistler hüsnü kuruntusuna denk düşen seslendirmelerle salt avcı efendi'nin davası olarak adlandırmaktan gocunmayanların attıkları manşetler günden geriye kalır. bağımsız blok'dan ertuğrul kürkçü'nün sözleri bu hileli oyuna dair meramı tamamlasın: "bu davada yalnızca kişilerin kendileri değil, onlarla birlikte bir düşünce evreni ve politika tercihi de kirletilmek ve suçla ilişkilendirilmek isteniyor. o açıdan ben bu davanın giderek artan bir skandallar dizisine dönüşeceğini görüyorum."
*
bir torba laf edip aslında hiçbir şey söylememeyi becerenlerin, vekillik ünvanını taşıdığı, sözümona halk temsilciliği görevini ifa ettikleri çatının altında gerçekten varlığını görmek istediğim yönetmen, köşe yazarı. kıyas kabul etmez bir biçimde hakaretamiz söylemlere gereksinim duymadan da o kürsüden halkın derdinin tasasının ne olduğunu işittirebilecek yeteneğe haiz olduğunu artık biliyoruz. griliğin ortasında bir hevesten çok daha fazlasıdır, önemdedir adaylığının açıklanması.
kitapların soluğunu hissedebildiğimiz, müziğin layığıyla kulak kabartabildiğimiz nadir mekanlardan birisi daha sahneden çekiliyor. tekelleştirilmeye doyulmayan sözümona kültür temsilciliği görevini ifa eden d&r gibi dayatmacı, sansürcü, kerkenez yapılandırmaların bir örneği daha o mekanın yerine açılıyor. e peki tutar mı hiçbir yenilik, şatafat o dar aralıklarla ziyaret ettiğimiz, kitap, cd vs. edinmek için dolaşmayı rahatça gerçekleştirdiğimiz, arkamızdan atlı polis gibi kovalamayan çalışanlarının bulunduğu bir mekan. istiklal kitabevi gibi kim bilir daha nicesi yolda. hangimiz farkındayız bu kadar griliğin, tektipleştirmenin artık zıvanadan çıkmış hızının o güvendiğimiz sığınakları da birer ikişer ele geçirdiğinin. hangimiz?
birbirlerine layığıyla giydirmekten soluk alıp da memleket sathında olup biten adaletsizliklere karşı kayıtsız kalma konusunda inatla yol kat eden muktedir parti liderlerinin hemencecik sağında kenardan oyuna girmeyi hevesle bekleyen yedek oyuncu. pardon pardon halkımızın en üst makamdan temsilcisi, seçilmişler şahı. aslında partiler üstü bir makamın, kitabına uygun olarak değil cidden reisi olması gerekirken ne yapıp edip, gündemin tam da ortasında lök diye mideye oturuveren ahmet şık başta olmak üzere son dalga içerisindeki gözaltına alınan, sindirilen, kalemlerine el konulan gazetecilerin ama her şeyden önce insanların ellerinden alınan ifade özgürlüklerinin tahsisi için sözler söylemesini, cinnet hali içerisindeki oraya buraya baskınlarla sindirmelerin neredeyse olağan hale getirilmesinden endişe etmesini vs. beklerken bir basın mensubunun ilettiği soruya cevaben, güzel pr oldu -10 bin yerine 100 bin satar kitabı ne olacak beklediğimiz değildir. bir büyük halk temsilcisinden, bir numarasından. reisi olduğu cumhurun dört bir köşesinde enikonu zihni az çok çalışan (yüzdeler vermek değil maksat), gördüklerini yorumlayan hemen hemen herkesin hemfikir olabileceği üzere ahmet şık muhalifliği çalakalem bir titr olarak üzerine almış bir isim değildir. etiket ve reklam meraklısı değildir. yazdıklarını dikkatle okuyabildiğinizde o muktedirlerin işitmekten kaçındıklarını (bizahati reisimiz de dahildir) duyumsatan, gözümüzün önüne serendir. ülkemizin adının gölgelenmesi bir yana uluorta isimsizlere reva görülen hukusuzluğun nerelerde cereyan ettiğinin, kimlerin canını yaktığının belgeleyicisidir. belgelerken çoğu zaman kolluk kuvvetlerinin tozunu aldığıdır. halkın değerlerinin makamların korunaklılığından daha öncelikli olduğunu fark ettirendir. kusura bakmasın sayın abdullah gül, pr'la kitap sattırmaya ihtiyacı yoktur ahmet şık'ın. resim bu kadar alenen ortadayken tühlenecek, vahlanacak bu kadar şey varken, üzeri örtülmeye namzet irinin cerahatini sağlamayacaksanız siz neyin reisi oluyorsunuz! afedersiniz!
bir ihtiyaç kabilinden yazılar dökülür daktilodan, elektronik klavyeden yahutta kalemin simsiyah gölgesinden. bülent somay'ın radikal'de yazmaya çalıştıklarının ezcümlesi biraz da bu üstüne fazlaca yorum getirmeden geçip gittiğimiz şeyler için bir uyarı vazifesi göstermesidir. işitiyoruz, tepki üretmeye gereksinim duymuyor aksine sürüde kalmaya özen gösteriyoruz. görüyoruz ama mütemadiyen aynı hatlarda, aynı düz mantıkla ekranın bize sunduğu boş kafa şeylere takılmaya özen gösteriyoruz. biliyoruz amma velakin sadece işimize gelenleri, zihnimize yatanları. ötesine berisine kafayı yormadan, kendimizi alıkoymadan yolumuza bildiğimiz gibi, yarım yamalak devam ediyoruz. bülent somay yazınsalında, köşesinde iliştirdikleriyle düzlüğü bu şehir hastalığı haline dönüşen yetersizliklerimiz karşısında yeni düşünme modellerini allayıp pullamadan illa ki görünmesi için çokça cilalamadan anlamlandırdığını belirtmekte fayda var. kıssa kabilinden ama vurucu detaylandırmalarla o üç duyuyu aslında nasıl kullanmamız gerektiğini yılmadan her hafta işlemeye devam ediyor. takip etmek bir ihtimal uyuduğumuz derin uyku halinden ayrıştırabilir.